ZAMANIN BAŞ DÖNDÜRÜCÜ HIZINA KARŞI NELER YAPABİLİRİZ?- Medine EKMEKCİ- Yeni Meram Gazetesi
“Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama, yarım saat erkene kurulsun saatin. Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin.. Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin. Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin. Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.” diyor Can Yücel..
Her uyku, her gece aslında bir ölümdür. Her sabah gözlerimizi açtığımızda bir doğum gerçekleşiyor. Tekrar dünyaya geliyoruz. Zamanın bir nehir, kendimizin de bir sal olduğunu ve o sal dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalıyız. Zaman baş döndürücü bir hızla akıp giderken, herkes zamanın yetmediğinden şikayetçi. Bu zaman dediğimiz kavram, ne ev hanımına ne iş insanına yetiyor. Haliyle bu hengamenin içerisinde insan savruluyor.. Bir de bitmek bilmeyen bir mutluluk arayışımız var..
Aslında küçük mutlulukları yaşamak için büyük zamanlara ihtiyacımız yok. İnsan ne yaparsa küçük zaman dilimlerinde yapar. Büyük zamanları beklerken küçük zamanları kaçırıyoruz. Bizler hiç gelmeyecek bir zamanda çocuklarımıza eşimize zaman ayıracağız, hiç gelmeyecek bir zamanda dostlarımızı ziyaret edeceğiz, hiç gelmeyecek bir zamanda mutlu olacağız. Güzellikler için başka anları kovalamak, aslında tüm bunları hiç gelmeyecek bir zamana ertelemekten ibaret..
Mesela, güneşin doğuşunu en son ne zaman seyrettik? Seher yeli en son ne zaman saçlarımızı okşadı? En son hangi baharda, çiçeklerin doğayla buluşmasına şahit olduk.
Peki, bir çocuğun ilk adımlarındaki mutluluğa şahit oldunuz mu? Çocuklarımızın ilk yürümeye başladıkları anı.. Gözleri nasıl parlıyordu, nasıl heyecanlılardı? Aslında biz de bir çocuk masumiyetiyle hayatı yaşadığımızda gerçekten tadına varıyoruz. 4-5 yaşlarındaki bir çocuğun gözlerinin içine bakın. Coşkusuna şahit olun. Bütün auranız değişti değil mi?
İşte hayat bizim ona verdiklerimizin bize geri yansımasıdır aslında. Hayattan bize sevgi ve merhamet gelmesini istiyorsak, insanların bize anlayış göstermesini istiyorsak, bilelim ki bunları önce bizim insanlara vermemiz lazım. İnsanların bizi sevmesi için önce bizim sevmemiz gerekir. Sistem şöyle işliyor; neyi almak istiyorsan önce vereceksin..
Hayatı öyle bir yaşayalım ki; “Şu dünyadan öyle bir Medine geçti ki, hayata öyle izler öyle eserler bıraktı ki, gerçekten takdire şayandı, Allah kendisinden razı olsun” diyebilsinler. İnsanlar desinler diye değil tabii.. Gerçekten candan özden..
Konumuza tekrar dönecek olursak, zamanın baş döndürücü hızına kapılmadan, arada bir durup “nereden geldik nereye gidiyoruz?” diye sorguladığımızda şifalanma başlayacaktır. Gönlümüzün ferahladığı yükümüzün hafiflediği maddi manevi rızıklandığımız maddi manevi şifalandığımız güzel bir ömür diliyorum..