YUNUS MU TÜRKİYE Mİ? -Lütfi AYHAN-Yeni Meram Gazetesi
Türklerin tarihte kurduğu en büyük, en güçlü, en gelişmiş, en muhteşem devlet olan, kendisine “Payitahtı Alem penah, “Devlet-i Aliyye”, Devlet-i Ebed müddet gibi sıfatları uygun gören Osmanlı Devletinin son asırları maalesef yükselişindeki iyiliğe, güzelliğe, erdeme zıt olarak çok kötü oldu. Bu yüce devlet gerileme ve dağılma dönemlerinde sadece büyük topraklar ve ordular kaybetmedi, bunlarla beraber siyasi, sosyal, askeri ekonomik alanlarda da adeta bir çöküş yaşadı. Bir zamanlar padişahın/aslanın üzengisini öpmek için diz çökerek sıra bekleyen çakallar, sırtlanlar tıynetlerinin icabı olarak çirkefleştikçe çirkefleştiler. Osmanlının çöküş yaşadığı alanlardan biri de eğitim idi. Tarihinde Mimar Sinanlar, Itriler, Akşemsettinler, Fatihler yetiştiren eğitim sistemi adeta vurgun yemiş güller gibi soluverdi. Bu hazan mevsiminde Osmanlı topraklarının her tarafında yabancı okullar pıtrak gibi bitmeye başladı. Osmanlı bunlara ya engel olmadı ya da olamadı veya büyük bir gafletle onların vereceği zararları bilemedi. Çoğu kiliselere bağlı bu okulların ne kadar zararlı olduğu gün geçtikçe iyice belirginleşti. Bu iş Lozan’da “yabancı okullar Türkiye’nin kanun ve yönetmeliklerine tâbi olmak şartıyla varlıklarını sürdürebileceklerdir…” şeklinde çözümlendi. (veya öyle sanıldı)
MEB BAKANI ÖNEMLİ ŞEYLER AÇIKLADI
Bunları yazmamın sebebi bu yaranın tekrar açılması. MEB bakanı Sayın Tekin, geçen günlerde şöyle bir açıklama ile gündem oldu. "Bu okullar (Fransızların habersiz açtığı okulları kast ediyor) normal koşullarda bizim mevzuatımızda yeri olmayan okullar. Dolayısıyla mevzuat içerisine girerlerse eğitim öğretimlerine devam edecekler. Girmezlerse yok hükmündedirler" dedi. "Bu okulların hukuki statüye kavuşması için uluslararası bir sözleşme yapılması gerekiyor" ifadelerini kullanan Tekin, "yasal dayanağı" olmadığını ifade ettiği okulların “varlıklarını sürdürebilmesi için taraf ülkelerle ortak bir zeminde anlaşmayı umduklarını” kaydetti. Bir milletin en değerli varlıklarından biri de dilidir. Dünyanın gelişmiş hiçbir ülkesinde yabancı dille eğitim yoktur. Bizde ise maalesef Osmanlının zayıf, geri döneminde başlayan bu vahim ve yanlış uygulama bir türlü bitirilemedi. Ülkenin zeki, çalışkan, varlıklı çocukları üstelik para vererek yabancı okullara gittiler, halâ da gidiyorlar.
DİL VATANDIR
ABD’den önce dünyanın bir numarasında oturan ve hala çok büyük bir güce sahip olan Birleşik Krallık/ İngiltere’nin meşhur başbakanı Churchill, yarbay rütbesine kadar yükselen bir askerdir. O, Birleşik Krallığı’nın en tanınan başbakanlarından biri olmasının yanında başarılı bir edebiyatçıdır. Nobel Edebiyat Ödülü’ne (1953) lâyık görülmüştür. İşte bu meşhur ve önemli kişinin İngilizce ile alakalı söylediklerini kavradığımız zaman niçin perişan bir halde olduğumuzda kolayca anlaşılır. Churchill’e bir mülakat sırasında şu sorular yöneltmiş, o da şu cevapları vermiş:
- İngiliz sömürgelerini mi tercih edersiniz yoksa İngiliz donanmasını mı?
- İngiliz donanmasını tabi ki. Donanma olmadan sömürgeleri elimizde tutamayız.
- Peki donanmayı mı tercih edersiniz yoksa İngiltere’yi mi?
- Elbette İngiltere’yi, çünkü o donanmayı İngiltere’deki tersânelerde yaptık.
- Peki, İngiltere’yi mi tercih edersiniz yoksa William Shakespeare mi?
- Hiç tereddütsüz Shakespeare, çünkü Shakespeare olmasaydı İngilizce olmazdı. İngilizce olmasaydı İngiltere olmazdı…”
Birçok konuda ileri bir bilgiye ve tecrübeye sahip bir askerin bir devlet adamının bu cevabı kendimize gelmemiz için önemli bir belge değil mi? Aynı sorular bizim yöneticilerimize, “ Fuzuli mi Türkiye mi? Yunus Emre mi Türkiye mi…” Şeklinde sorulsa ne derler acaba? Halkımız bu konuda ne düşünür dersiniz? Daha dün yaşayan T.C Devletinin kurucusu olan Mustafa Kemal’in Nutku’nun orijinalini bile anlamayan nesiller yetiştiren bir eğitim sisteminde ne Fatih yetişir ne Yavuz, ne Mimar Sinan çıkar ne Takiyüddin… Bu sistemde Ali Kuşçular , Itriler, Barbaroslar, Muhteşem Süleymanlar yetişmez. Tanzimatla başlayan ve günümüzde artarak devam eden “ezik müstağrip” hastalığını, batıya karşı ruhumuzda, aklımızda, gönlümüzde oluşan marazı tedavi etmedikçe muhteşem dönüşümüz olmayacaktır.
(Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakanlığa yaklaştığı günlerde 32. Gün programında biraz İngilizce bilen bir kız talebenin İngilizce olarak sorduğu soru ve sorar iken takındığı tavrı hatırlıyor musunuz? ( https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=EFP7yK_nrUw&embeds_referring_euri=https%3A%2F%2Fwho.flamtentingrelikomp.gq%2F&feature=emb_imp_woyt) )
Bu yanlış, fıtrata ve yaratılış kanunlarına zıt hale çare bulmak zorundayız. Siyasetçilerimiz bu konuda bari bir araya gelebilseler. Eğer bugün Türk ve İslam dünyası bir türlü toparlanıp kendine gelemiyorsa bunun baş sebeplerinden biri de Dil/lisan mevzudur. Kendi lisanını bilmeyen, kendi tarihinden, kendi edebiyatından bihaber insanlarda kendine güven, düşünme zenginliği, muhakeme gücü olabilir mi? Son Gazze Filistin Katliamı gösterdiki İslam dünyası diye bir dünya Türk İslam alemi diye de bir alem yok. Sayın Bakanın Fransız okulları ile ilgili çıkışlarına tüm partiler ve halkımız destek vermeli.