YALAN SİYASETİ- Mustafa KAPLAN- Yeni Meram Gazetesi
1964 yılında ilkokul 3. Sınıfta idim. Köyümüze radyo ilk o sene geldi. Köyde henüz üç ailede radyo vardı. Bir tanesi de lakabına garip denilen Mehmet öğretmende idi. Babamın arkadaşları bize misafirliğe geldiklerinde konuşmuşlardı. Garip Mehmet bir maaşını verip radyo almış diye, oradan hatırlıyorum. Şimdi bir öğretmen maaşının 6-7 bin lira olduğunu düşünürsek teknolojinin o zaman ne kadar pahalı olduğunu da anlarız. Basit tek kanallı bir radyo ve bedeli bir öğretmen maaşı… Günümüz ile kıyaslarsak teknolojinin ne kadar gelişirse o kadar da zaman içinde ucuzladığını görmekteyiz.
O üç radyonun bir tanesi de bizim kapı komşumuzda idi. Komşu hava müsait olursa radyoyu sokağa indirir, komşu erkeklerde iner sokakta taşların üzerine otururlar ve ajans yani haber dinlerlerdi. Ben de dedem ile iner herkes gibi haber dinlerdim. İlk defa o zaman İnönü, Ecevit ve Demirel isimlerini duydum.1964 yılında Konya’ya göç ettik. Amcam bir radyo aldı. Evlerimiz bitişik olduğu için sık sık amcamlara radyo dinlemeye giderdim. Orada da liderlerin isimlerini duyar, amcam ile komşularının siyasi tartışmalar yaptıklarını görürdüm. Şüphesiz tartışma konularından biri de hangi liderin daha çok yalan söylemekte olduğu idi. Yani siyasette yalan konusu…
İnönü’nün siyasi çizgisi içinde özellikle de Demokrat Parti ile yaptığı yarışta az da olsa yalan siyaseti yaptığını görmekteyiz. Ecevit’in çok mecbur kalmadıkça yalan siyaseti yapmadığını, Demirel’in ise eski siyasetçilerin en çok yalan söyleyeni olduğunu Türkiye’de yaşayanların çoğunluğu bilir. En meşhur siyasi yalanı da her eve üç anahtar vaadidir. Yani eğer seçimi kazanırsa her eve ev, araba ve iş yeri anahtarlarını vereceğim, demesidir. Kazandı da ama bir aileye bile bir anahtar olsun vermedi. Yalnız şu gerçeği belirtmeliyim: Eski siyasiler şimdikiler gibi kırıcı değiller, çok naziklerdi. Yalanlarını bile nezaket içinde söylerlerdi. Şimdiki siyasi liderleri ve belediye başkanlarını sormayın. Bunların içinde de en çok yalan siyaseti yapan Ekrem İmamoğlu ve tabi ki Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Maalesef ikisi de CHP’li… Ekrem İmamoğlu seçim propagandası sırasında su, ekmek ve sütün bedava verileceğini hatta muhtaç ailelere 3000 ila 6000 TL aylık ödeyeceğini ulaşım ücretlerini ucuzlatacağını söyledi ama verdiği hiçbir sözü tutmadı. Aksine su ve ulaşım giderlerine fahiş zamlar yaptı. İstanbul afeti yaşarken tatile gitmesi ve bunu eleştirenlere kızması, aile kutsaldır ailemle tatile gittim ne var bunda, demesi İstanbulluları bir hayli kızdırmıştı. Bu yetmezmiş gibi yoğun kar yağışının yaşandığı ve İstanbulluların yollarda perişan olduğu evlerine gidemeyip camilere sığındığı bir ortamda… İngiliz Büyükelçisi ile restaurantta balık yemesi ve bu hali eleştirenlere alaycı bir üslupla cevap vermesi, mobese kamera görüntüsünü basına servis edenlere kızması da ayrı bir garabet ve pişkinlik… Kılıçdaroğlu’nu sormayın, Türk siyasi tarihine böylesi bir adam gelmedi. Gafları, yalan beyanları ve aynı konuda yaşadığı çelişkileri ile adeta halk nezlinde komedi sanatçısı gibi… Vatandaşlar arasında onu gördüm mü gülesim geliyor diyenler bile var. Yalan beyanları o programdan ayrılmadan doğru olmadığı belgelerle yüzüne karşı ispatlanıyor. Ama çamur at izi kalsın mantığı ile hareket ediyor. PYD’yi terör örgütü olarak görmediğini söylüyor. Aradan kısa bir zaman geçiyor. PYD’nin PKK’nın yan kuruluşu terör örgütü olduğunu bilmeyen mi var, diyor. Hele hele partisine Türk askerinin yurt dışında operasyon yetkisi için yapılan oylamada hayır oyu kullandırttığı halde kameraların karşısına geçip kandili yerle yeksan etmezsem bana da Kılıçdaroğlu demesinler, diyor. Peki, sorarlar adama sen asker dışarıya çıkmasın diye partine oy verdirdin, asker dışarıya çıkmadan Kandili nasıl yerle yeksan edeceksin? Çelişkiler, doğru olmayan beyanlar… Bir iki üç… Devamlı böyle… Vatandaş ona alıştı artık, gülüp geçiyor. Hadi hayırlısı…