DİĞER KATEGORİLER

YABANCILARA TAŞINMAZ SATIŞI MESELESİ

YABANCILARA TAŞINMAZ SATIŞI MESELESİ- Adem ESEN- Yeni Meram Gazetesi

İSLAM OYUNLARI 6

1858 tarihli Arazi Kanunnamesine göre teb’a-i devletten olan kimsenin arazisi yabancı uyruklu olan evladına, ana-babasına intikal etmediği gibi bu gibi ecnebilerin (yabancıların) hakkı tapuları da yoktu. Bu hüküm esasen din esasın tatbiki olduğu kadar Türk devlet geleneği olmuştur. Yabancı devletlerin baskısı ile Hristiyan teb’adan olanlarla bunların hamilerinin tazyiki ile 1864 tarihinde çıkan kanunla yabancılara taşınmaz hakkı verildi. Daha sonra köylerde yabancıların gayri menkul almaları yasaklandı, ama köyler kalkınca ve özel izinler de verilince buralarda yabancıların taşınmaz mal edinmeleri kolaylaştı. Belki yabancı sermaye çekme gibi özel amaçlarla teşvikler bile getirildi. Bununla tatmin olmayan Avrupa Birliği heyeti bunun daha da genişletilmesini istemektedir. Üstelik ülkemizdeki yabancı sayısının çok fazla artması bu konudaki hassasiyete dikkat çekmektedir.
Yabancılara taşınmaz satışı meselesi sadece günlük iktisadi kararlarla çözülmez ve iktisadi sorunlar bahanesiyle sermayenin serbest dönüşümü adı altında basite indirgenemez. Zira tarihi iyi okumak gerekir. Ülkemizin büyük iktisat tarihçisi Ord. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan (1902-1979) toprak konusunda önemli eserler yazmıştır. O toprak mülkiyeti konusunda şu uyarıları yapmaktadır: “Hiçbir zaman unutmamak lazım gelir ki; toprak tasarrufu hususunda iktisadi ve liberal tedbirlerin kayıtsız şartsız tatbiklerinin muhakkak iyi netice verebileceğine inanmak ve mantığının sonuna kadar götürülmüş tam bir serbest rekabetten en mükemmel ve en tabii bir nizam ve ahengin kendiliğinden çıkacağına kanmak biraz safdillik olur. Bu nevi hürriyetperverliklerin tamamen kayıtsız ve tahditsiz bir şekle sokacağı bir hukuki muhit içinde başıboş bırakılan iktisadi kuvvetlerin ilk yaratacağı tehlike ise, bilhassa Cumhuriyetten önceki Türkiye gibi iktisaden tâbi ve sefil bir memlekette, şüphesiz, arazi mülkiyetinin belirli ellerde dörtnala bir hareketle toplanması olacaktır”. … Memleketi bekleyen feci sonuç ufukta belirmeye başlayınca (yabancı bankalar) verdikleri krediler ile köylüyü borçlandırıp arkasından bunların mülkiyetlerini ellerinden almalarına karşı tedbir alınmaya çalışıldı. Aksi takdirde demiryolu güzergahındaki arazilerin bu şirketleri verilmesi gibi bir tehlikeyle karşılaşılacaktı.
“Fakat bu hususta asıl mühim tehlike, böyle hususi hükümlerle muzur tesirlerinin bertaraf edilmesi mümkün olmayan mahalli mütegallibe (zenginler) ve sarrafların temsil ettiği tehlikedir. Memlekette garb kapitalizminin mümessil sıfatıyla zenginleşen ve parayı elinde tutan Rum ve Ermeni sarrafların, para ekonomisinin kafi derecede inkişaf etmemiş olduğu bir memlekette, bu silahı devlet maliyesinde ve iltizamlarda olduğu gibi, toprak alış verişi sahasında da kayıtsız ve şartsız bir şekilde kullanmak hürriyetlerine nail olmaları affedilmez gafletlerimizden ve katlandığımız hazin mecburiyetlerinden birini teşkil etmektedir. Ve bu suretle iktisaden farklı bir vaziyette olmanın temin ettiği bir silahı kullanmak isteyen Hristiyan tebaamızla onların hamileri olan ecnebi sermaye ve siyaset adamları, bizden bu nevi müsaadeleri modernleşmemiz namına fakat sinsi bir ısrar fikir-i takiple istediler. Ve başka devirlerde başka ekonomik şartlar altında bir kısım imtiyazı dünya milletleri hesabına tecrübe edilmiş olan bir nizamı, Türkiye’de de teşmil etmiş olmak için üzerimizde maddi ve manevi tazyik icra ettiler. Çok şükür ki, az bir zaman zarfında Türkiye’nin en büyük servet ve kuvvet membaı olan bugünkü müstakil çiftçi kütlesini proleteryalaştıracak bir şekilde bu kuvvetlerin işlerini tamamlamalarına siyasi birtakım hercü mercler mani oldu ve Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan ve din, ırk ve sınıf farklarıyle zehirlenecek bir toprak esaretinin önüne geçilmiş oldu. Aksi takdirde, her şeyin bizi kenarına sürüklemiş olduğu bu uçuruma düşmemiz mukadder bulunuyordu.” (Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi, 1940. s.70-71)
Ömer L. Barkan hoca, arazinin kıymet ve itibarının artmasıyla ülkenin zenginleşeceği sözünü de doğru bulmaz. Batılı sanayi ülkeleriyle ülkemizin şartlarının ayrı ayrı değerlendirilmesi gereğini belirtir. Avrupa ülkelerinde arazi konusundaki dayanakların farklılığından da örnekler verir. Mesela bir Alman ailenin Kudüs’te çiftlik kurmak için satın aldığı miri arazilerin serüvenini ve nasıl el değiştirdiğini belgeleriyle anlatır.
Barkan, geçmişte arazi üzerinde fazla liberal davrananların kendilerini bekleyen akıbeti gördükleri için bir sürü mantıksızlığı da bırakmak zorunda kalmalarından bahseder. Başta Osmanlıdaki arazi ve toprak konusunda ciddi araştırmaları bulunan büyük iktisat tarihçimiz, “burada yüksek ve her şeyi memleket mikyasında düşünen ve gören bir devlet iradesinin ayarlayıcı ve planlaştırıcı müdahalesi şarttır” görüşündedir. Mali ve iktisadi buhranlar ile finans imkanlarının dünyadaki bazı çevrelere sunduğu avantajları, “ülkemizin toprakları değerleniyor, tarım arazileri kıymetleşiyor” gibi sözlerle geçiştirmek tarihi sorumluluk doğurur. Hele toprağın tamamen rant konusu yapılması, alım gücü düşen ve parası değer kaybeden bir toplum için yukarıda hocanın da belirttiği gibi feci sonuçlar ortaya çıkarır. Bu nedenle tarihin tecrübelerini ihmal etmemek gerekir. Herhalde bekanın odak noktalarından birisidir, burası… Mirasla paylaşılan ve küçülen tarım arazileri, kentleşmenin baskısıyla rant konusu yapılan tarım arazileri, yetersiz kalan toplulaştırma politikası, yağmalanan hazine ve vakıf arazileri, gecekondulaşma ve bir sürü sorun önümüzde durmaktadır. Bu sorunlar bir yandan konut konusunu diğer yandan da gıda arzı güvenliğini tehdit etmektedir.
Ülkeye yabancı sermaye girmelidir. Ama bunun ölçüsüz ve hesapsız bir şekilde yapılması düşünülemez. Zira toplum kendi iktisadi kaynaklarına sahip çıkmalı ve elinde tutmalıdır. Bunun en açık örneklerinden birisi Hazreti Ömer’in tavrıdır. Nitekim yabancıların piyasaya hakim olduklarını gören Hazreti Ömer, "Sizin erkekleriniz onların erkeklerine, kadınlarınız onların kadınlarına muhtaç olur" diyerek kaynaklarını korumalarını emretmiştir.