TÜRKÇE VE UYDURUKÇA- Mustafa KAPLAN- Yeni Meram Gazetesi
Türk tarihinin 5500 yıl olduğu biliniyor. Ancak yeni yapılan keşiflerden bu tarihin 10.000 yıl olduğu da söylenmektedir. Tabiatı ile Türk Dilinin de varlığı bu tarihlerle özdeşleşir. Yani Türkçe dünyanın en eski dillerinden biridir. Türkçenin TDK sözlüğüne göre 616.000 kelimesi olduğu söylense de bu sayının 78.000 olduğunu iddia eden dilbilimcilerde vardır. Bu dilbilimciler sözlükteki kelimelerin Türkçe adı altında uydurulmuş kelimeler olduğunu yani uydurukça olduğunu söylerler.
En çok kelimesi olan dilde Arapçadır. Osmanlı’nın üç kıtaya hakim olduğu devirlerde Adriyatik’ten Çin Seddine kadar Türkçe konuşularak gidilirmiş. Diller yaşanılan coğrafyalardaki dillerle etkileşir. O coğrafyalardaki diller birbirine kelime alır, verirler. Bu nedenle Türkçede birçok dile kelime vermiş, kelime almıştır. En çokta Balkan dillerine kelime vermiş, Arapça ve Farsçadan kelime almıştır. Ana unsur Türkçe olmak üzere Arapça ve Farsçadan oluşan dile de Osmanlı Türkçesi denir. Bu dilin 316.000 kelimesi olduğu bilinir. Bugün toplumumuzda günlük dilde bu dilin kullanılması çok azdır. İlim ve bilim dilinde ise yok denecek kadar azdır. Bu güzelim dil cumhuriyetten sonra özellikle de 1932 yılında Türk Dil Kurumunun kurulması ile dilde sadeleşme ve Türkçeyi yabancı kelimelerden arındırma adı altında katledilmiş, uydurma kelimelere boğdurulmuştur. Bilinçli olarak nesillerin birbirini anlamaması için bu çalışma yapılmıştır. Bugün bir İngiliz, Alman, Fransız bin yıl önce yazılmış dillerine ait bir eseri çok rahat okuyup anlayabilirken bir Türk çocuğu yüz yıl önceki bir Türkçe metni okuyup anlayamaz durumdadır. Neden? Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılar ile gelişip güçlenen ilim dili Osmanlı Türkçesi yok edilip yerine halkın anlamadığı uydurukça kelimelerden oluşan bir dil oluşturuldu. M. Kemal dilde sadeleşme kararı vermiş, Sofya’dan Ermeni asıllı dil bilimci Agop Dilaçar’ı getirtmiş ve çalışılmaya başlanmış ancak sonuçtan memnun olmamış ve güneş dil teorisine geçilmesini istemiştir. Bu teori bir dile giren ve o dili kullanan halk tarafından benimsenip kabul edilen kelimeler artık o dilden sayılır şeklindedir. Ancak M. Kemal’in bu isteği idarede olan dönmemiş dönmelerce dikkate alınmadan uydurukçaya gizliden devam edilmiştir. Zaten kısa süre sonrada ölmüştür. Uydurukça en çok 1960 ve 1970’li yıllarda yoğunlaşmıştır. İlginç ve edepsiz kelimeler üretilerek dilimize katılmıştır. Bu çalışmaya en çok katkı veren de Ermeni uşağı Agop Dilaçar’dır. Yazışmalarında Müslüman olmadığı belli olmasın diye ismini A.Dilaçar olarak yazarmış. Bu adam 1979 yılına kadar yaşamış ve uydurukça üretmeye devam etmiştir. Demirel başbakan iken 1970’li yıllarda partisinin tabanından gelen bu konudaki serzenişe kayıtsız kalamamış, TDK başkanı olarak bu Agop’u çağırıp: “Bu nedir niye bu kadar kelime üretiyorsunuz” diye sorduğunda “Sayın Başbakanım, SSCB yakında dağılacak, onun içindeki Türk topluluklar var, biz onlarda olan bizde olmayan kelimeleri dilimize kazandırıyoruz” demiş. Demirel, SSCB dağılıp o Türkler devlet olarak ortaya çıktığında dillerine bakınca aksine onlarla ortak olan kelimelerimizi attıklarını görmüştür. Yani Ermeni oğlunun kendisini kandırdığını anlamıştır. Tabii iş işten geçtikten sonra… Uydurukçayı en çok konuşan devlet adamı da maalesef Bülent Ecevit’tir. Ulusalcı olmasına rağmen buradaki ihaneti kavrayamamıştır. Şu anda da sol çevrelerde uydurukça revaç bulmaktadır. Ne yazık ki…