TARİHİN RUHU- Kudsi ÖNCÜ- Yeni Meram Gazetesi
Tarih, beşer toplumundan insan toplumuna geçişle Hz. Adem’in yaratılması ve peygamber olarak görevlendirilmesiyle başlamıştır. Beşer toplumu can alan, kan döken, akıl, vicdan, irade, muhakeme gibi niteliklere sahip değildi. Adem'in vahiyle beslenmesi/Allah'ın öğretisiyle insanlık sosyal varlık olma niteliği kazanmıştır. Bilginin kaynağı/vahiyle Hz. Adem’le başlamıştır.
İnsanlık tarihi üzerinden ne kadar zaman geçmiştir, daha ne kadar zaman geçecektir, bilgimiz dahilinde değildir. Tarihin kaynağı varsayımlar, medeniyetlerin kalıntıları/arkeolojik bulgular, yazılı kaynaklardır. Toplumların, milletlerin tarihleri incelendiği zaman davranış ve anlayışlarına yön veren değerlerinin/kültürlerinin de değiştiğini görüyoruz. İnsan beyninin işlevselliğinin gelişmesiyle birlikte mekaniğin, endüstriyel bilişim ve iletişim teknolojilerinin devreye girmesi insanlık tarihinde de değişim ve dönüşümlere neden olmuştur. Binlerce medeniyetler tarihte yerini almış, bir o kadarı da tarihten silinmiştir. Ön koşulsuz tarihe bakarak, ders çıkarmak, yaşanmış acıların, travmaların bir daha yaşanmaması tarihin ruhunu okumakla mümkündür. Ancak geleceği güvence altına alma yetisi/feraseti bu yolla kazanılabilir.
Değerli dostlarım, tarihin en önemli yanı, dönem ve o dönemin konjonktürüdür. Bir başka ifadeyle ruhudur. Ruh bir obje/nesne değildir. Elle tutulan gözle görülen bir olgu da değildir. Ancak işte o ruhtur bireye, lidere feraset/sezgi/ön görü kazandıran. Tarihin ruhu çoğu zaman onlarca, hatta yüzlerce yıl sonra okunabiliyor. Kuşakların değişimiyle birlikte sosyo kültürel yapı da değişiyor. Teknolojik iletişim araçları, sanayileşme, endüstriyel gelişmeler toplumlar, devletler ve kıtalar arası entegrasyon, koordinasyon, işleyiş ve iletişimi kuvvetlendiriyor. İnsan beyni anatomik olarak altı büyük parsele/loba ayrılmıştır. Her bir parsel kendi içinde binlerce parselcikleri barındırır. Büyük parselleri kıtalar, parselcikleri de ülkeler/devletler gibi düşünün. Beyin, fonksiyonu itibariyle dev bir bilgisayar ve içinde milyarlarca arayüzlere sahip bir kombinasyondur. Beyine ait hala bilmediğimiz fizyolojik ve fonksiyonel sırlar ve alanlar vardır. Zaman dediğimiz kavramın geride bıraktığı tarihi olgu ve olayları onlarca yıl sonra ki beyinle muhakeme ettiğiniz zaman kesinlikle elde ettiğiniz veriler çok farklı olacaktır. Çünkü insan beyni her türlü değişimi algılarken boşta duran milyarlarca soketleri/dendritleri sinapslamaktadır. Bu mucizeyi bir rakamla ifade edelim. Beyinin korteksinde 100 miyar civarında nöron hücresi vardır. Her bir hücreye ait 20 bin ile 200 bin arasında değişen dendrit/soket bulunmaktadır. Bu gün insanlık bunların ancak %16’sını sinapslayabilmiştir denilmektedir. Başka bir ifadeyle beynimizin ancak bu kadarını kullanıyoruz. Bir bakıma kazanılmış yeni elektronik devreler beyinin işlevini artırmıştır. İşte tarihin ruhunun okunması bu nedenle daima gecikmeli gelmektedir.
Tarihin ruhunu okuma işinin uzmanları araştırmacı tarihçilerdir. İdeolojik ve siyasi eğiliminden bağımsız objektif veriler ışığında olmalıdır. İşte o zaman yaşanmış acı gerçeklerden çıkarılan tecrübeler tarihin tekerrürünü önlemiş olacaktır. Ancak bazı okumaların ideolojik ve siyasi angajmanlar gölgesinde yapıldığı için ya tu-kaka, ya da pür-nur nitelemeleriyle yansıtılmaktadır. Sizlerle ilk defa ailemizin Cumhuriyet döneminde yaşadığı, babamdan çokça dinlediğim bir trajediyi paylaşacağım. Zülfi Cice isminde yaşlı bir nine vardı. Bizi kucağına alır,"kuzuuum ben olmasam siz yoktunuz" diye severdi. Babama sordum, “baba bu nine bize niçin böyle” diyor. Babam anlatıyor. "Büyük dedelerimiz Sultan Abdülhamid’in danışmanlığını yapmışlar. Ailenin sarayla dolaylı ilişkisi var. Fahri Efendi, Ziya Efendi, Rıfat Efendi, Zeynel Abidin Efendi kardeşler müderrislik yapıyorlar. İstanbul medreselerinde de derslere katılıyorlar. Rıfat Efendi idam ediliyor. Zeynel Abidin Efendi iki defa Osmanlı son dönem meclisinde Konya mebusudur. Bizim ailenin evleri yakılıyor. Dedeler Yörüklerin çadırlarında saklanıyorlar. Köylü çocukları kaçırıyor, babamı da bu nine sahiplenir. Daha sonra müfrezeler çekiliyor, baskı gevşetiliyor. Köylü evlerini yapıyor, malları iade edilir, aile toparlanır. Şimdi bazı tarihçiler bu aileyle ilgili doktora tezi çalışması yapıyor.
Ben bu hikâyeyi tarihin ruhuna göre şöyle okuyorum. Anamın babası müderris Abdulhalim Efendi, Abdülhamit'le yazışmaları vardır, zaten danışmanı. Ülke bütün cephelerden işgal edilmiş, devlet tarumar. Sağlıklı iletişim, bilgi akışı yok. Dışardan ve İçeriden isyan, eşkıya hareketleri kontrolden çıkmış. Yeni askeri örgütlenme, müdafaa ve taarruz birlikleri ihdas ediliyor. Bir yandan cepheden isyancılara katılan askerler oluyor. Yeni bir devlet kuruluyor. Devlet ilk iş olarak İstanbul ile ilişkisi olan kurum ve aileleri takibe almış. Ancak bu şartlarda sağlıklı tahkikatın imkânı yok. At izi it izine karışmış, binlerce cana mal olmuştur. O dönemin tarihinin ruhunu bu gün daha iyi okumak mümkündür. Çıkarılacak en doğru okuma vatanımıza, devletimize, bayrağımıza, birlik ve beraberliğimize sımsıkı sarılmaktır. Şimdi ben, dün ailemize şunlar bunlar yapılmış diyerek devletime düşmanca bir davranış içine girebilir miyim? Dünün içinde bulunduğu konjonktür bunları gerektirmiştir, devletimiz de bazı eylemleri yapmak zorunda kalmış, suçsuz yere zarar görenler de olmuştur. Ancak vatanımız bize kalmıştır. Bu günün tarihinin ruhunu yarın okuduğu muzda pişmanlık duyacağımız olaylara kapılarımızı sımsıkı kapatmamız gerekir diye düşünüyorum. Esef verici olan şudur; bazı siyasilerimizin küçük hesaplar uğruna bölücü terör örgütü unsurlarına kuzu postu giydirme çabasına düştüklerini görüyoruz. Tarih bu haleti ruhiyenizi yarın okuduğunda torunlarımızın vicdanında mahkum olacağınızı unutmayın. İşte bunun adı ferasettir, şehitlerimize ve ecdadımıza vefadır. Ecdadına vefasını kaybetmiş milletlerin geleceği yoktur.