SULTAN VAHDETTİN HAİN OLABİLİR Mİ? (3)- Mustafa KAPLAN- Yeni Meram Gazetesi
Yolculukta okuması için kendisine altın muhafaza içinde bir Kuran verilmiş, İtalya’ya vardığında, Türk elçiliğine değeri 50 bin altın olan bu altın kaplamalı Kuran muhafazasını tutanakla teslim etmiştir. Gerekçesi de gayet basittir. Bu milletin malıdır milletin malını alamam düşüncesidir.( A. DİLİPAK) Sürgünde, ekonomik olarak çok sıkıntı çeker, esnafa borçlanır. Padişahlık tacındaki mücevherleri söker, satılmasını ister, heyhat onlar da sahtedir. Haberi alınca, üzülür ağzından şu cümleler dökülür; “Ben en baştan aldatılmışım, milletim sağ olsun” der. 4 yıllık sürgün hayatında, milleti, Ankara hükümeti ve M. Kemal aleyhine hiçbir kötü söz söylememiştir. Bir gün dadı kalfa çocuklara Atatürk hakkında kötü konuşmalar öğretmeye çalışırken Sultan görür ve çok kızar. O benim paşam, hakkında kötü söze izin veremem, der. Çünkü bilir ki kendisini dışarıya çıkartan güç uluslararası dengelerden kaynaklanan bir güçtür ve Ankara hükümeti yöneticileri onu dışarıya çıkartmaya mecbur olmuşlardır kaldı ki Lozan’da Ankara hükümetinin taviz vermek zorunda kaldığı, daha fazla direnemediği de dillendirilmektedir (Prof Dr. Toktamış ATEŞ). İngiliz Avam kamarasının Lozan Barış Antlaşmasını, Saltanat ve Hilafetin kaldırılmasından sonra onayladığını, bu süreçte beklettiğini tarihler kaydeder. İngilizler, üzerindeki hilafeti kullanmak üzere, kendisine refah dolu bir hayat ve çeşitli imkânlar vaat ederler. Kabul etmez. İtalya hükümeti maddi yardım teklif eder. Sırf üzerimde hilafet unvanı var. Müslümanların halifesi olarak ecnebi devletten yardım alamam, der ve onu da kabul etmez. Arabistan Şerifi Hüseyin, Hicaz’a davet eder, amacı hilafeti, Vahdettin’den almaktır. Hicaz’a gider, hac yapar ama Şerifin niyetini bildiği ve hilafetin Türk milletinde kalmasını istediği için uzun süre Hicaz’da kalmaz. l926’da ölür. Cenazesine Roma esnafı haciz koydurur. l0 gün cenaze gömülemez, Hanım Sultanlardan biri kıymetli küpelerini satarak borçların bir kısmını öder. Cenazesini Şehzade Abdürrahim Efendi at arabası ile esnaftan kaçırır, sonra bu borçlar ailesi tarafından ödenir. Vahdetinin öldüğünü duyan Atatürk meşhur sofrasını tatil ederek, üzgün ve bitkin halde, yanına da kimseyi almadan bir odaya çekilir. ( N. F. KISAKÜREK Sultan Vahdettin) Bu arada en önemli hususu da açıklayalım, Vahdettin ile savaşın sonlarına kadar iyi geçinen ve dost olan Atatürk Vahdettin hain ve sefil değil ise, neden Nutukta ona hain ve sefil demektedir. Milli mücadele sırasında, her ne kadar İngiliz locasına bağlı masonik teşkilat İttihat ve Terakki Partisi üst yöneticileri yurt dışına kaçtı ise de, alt kademe örgütlü ve yurttadır. Bu teşkilatın kökenleri l839 Tazminat Fermanı yayınlatmaya Osmanlı Sultanı Abdülmecit’i mecbur eden, mason Reşit Paşa ve ekibine kadar dayanır. 10 sene iktidarda kaldığı için askeri ve sivil bürokrasi elindedir. Amansız bir Sultan ve halife düşmanıdır. Atatürk bu teşkilatla gizli açık mücadele etmiş ise de, l935 yılında, ancak mason localarını kapatıp, İttihat ve Terakkinin etkisini kırabilmiştir. İsmet İnönü ile aralarının açılması da bu yıllara rastlar. Diğer yandan Atatürk, halkın, bir kısmının ne olursa olsun 600 yıllık gelenekle sultana bağlılığını da bilmektedir. En yakın arkadaşlarından dahi bu düşüncede olanlar vardır. (Rauf Orbay). İç ve dış dengeleri yaptığı devrimlerinin de yerleşmesi düşüncesini, muhaliflerini ve iktidar kavgasını da düşünürsek, bu şartlarda inanmasa da böyle bir söylemde bulunmuş olabilir mi? Bilemiyoruz. Ancak, l985 yılında yayımlanan tarihçi Cemal Kutay’ın Nutukl'a ilgili bir eserinde, Nutuk'ta birtakım hadiselerin tam yansımadığı da belirtilir. ( Ceviz Kabuğu Programı 21.07.2005) Ben Atatürk’ün Nutukta olayları eksik bırakacağını düşünemiyorum. Ancak, orijinal el yazması da bulunan Nutukta Atatürk’ten habersiz bir ilave veya çıkarma da olabilir mi? Bunu da bilemiyoruz. Burada niyetimiz, Vahdettin’i övmek, bulunduğu şartlar içindeki aciz kişiliğine farklı bir anlam yüklemek değildir. Bir nebze olayları irdeleyerek gerçekleri yansıtmaktır. Atatürk milli bir kahramandır. Öyle kalacaktır. Kimselerin korumasına da ihtiyacı yoktur. Milletine verdiği hizmetler onu sonsuza kadar koruyacaktır. Hele hele 40 yıl milletine çok şey söylediği halde ne dediği anlaşılmayan, dün dündür bugün bu gündür, varsa var yoksa yoktur, verdimse ben verdim gibi klişe sözlerle tarihe geçen siyasilerin korumasına hiç ihtiyacı yoktur. Vahdettin’de hataları ve sevapları ile bu milletin tarihine kaydettiği bir ecdadıdır. Tarihin vicdanında tartınca da Sultan Vahdettin’in asla hain olmadığını belirtmek vicdan borcumuzdur. Bu nedenle, Türk Milleti Enver Paşa'ya, Menderes’e yaptığı âlicenaplığı, Sultan Vahdettin’e de yapmalı, Şam’daki mezarını İstanbul’a taşınmalıdır, zamanı gelmiştir.