Samimiyet - Adnan Yıldırım - Yeni Meram Gazetesi
Sevgili okurlar;
Günlük dilde ne çok kullanıyoruz değil mi bu lafı, samimiyet.
Hep, insanların birbirine samimi olmadığından şikayet ediyoruz.
İnsanların ilişkilerinde samimi davranmadığına inanıyoruz.
Bu laf mevzubahis olduğunda, biraz düşünüp, derin bir nefes verip, kimsenin kimseye samimi duygularla yaklaşmadığını görüyoruz.
Ya da,
Sevgili okurlar,
Bu yazdıklarımın tam tersini düşünüyoruz.
Herkesi herkesle çok samimi gibi görüyoruz.
Herkesin herkese en samimi duygularıyla yaklaştığını, ilişkilerinin çok güzel olduğunu zannediyoruz.
*
Ayarımız yok samimiyet konusunda.
*
Samimiyeti, hep karşımızdakine göstereceğimiz bir hismiş gibi algılıyoruz.
Oysaki, ta en baştan yanılıyoruz değerli okurlar.
Samimiyet, karşımızdaki şahsa değil, öncelikle kendimize besleyeceğimiz bir duygudur.
İşte bu yüzden kaybediyoruz samimiyet karşısında.
Hiç sormuyoruz çünkü, “Acaba ben kendime ne kadar samimiyim?” diye.
Hep atlıyoruz burayı.
Daha kendimizi tanımadan, kendimizi kendimize itiraf etmeden, kendimize samimi duygular beslemeden, karşımızdakini sevemeye başlıyoruz, karşımızdakinden hoşlanıyoruz, ya da karşımızdakinden nefret ediyoruz, karşımızdakine kin besliyoruz.
İşte ipler burada kopuyor.
Çünkü daha kendisine samimi olmayan bir insanın, karşısındaki insana beslediği duygularında samimiyetinden bahsedilmez. Edilemez.
Sen istediğin kadar sev, hoşlan, nefret et, kin besle. Hepsi boş. Balon.
Çünkü, sen en başta kendine samimi değilsin. Başkasına nasıl samimi duygular besleyebilirsin.
Ve, laçkalaşmaya başlayan ilişkiler hengamesinde ordan oraya savruluyoruz. Kendimizi yoruyoruz.
Sevgimizde, nefretimizde laçkalaşıyor. Yitiyor anlamını.
*
O yüzden,
Karşındaki bir insana herhangi bir duygu beslemeden önce kendini tanı.
Kendine samimi ol. İlişkilerin buna göre şekillensin
Zaten,
Sonra,
Karşındaki insanı en samimi duygularınla seveceksin
Ya da
En samimi duygularınla nefret edeceksin.
Neden?
Çünkü duyguların berraklaşacak.