DİĞER KATEGORİLER

Rasulullah (sav)den sonra Sahabelerin içtihadı

Rasulullah (sav)den sonra Sahabelerin içtihadı- Hüseyin TOPTAŞ- Yeni Meram Gazetesi

İSLAM OYUNLARI 6
Sahabeler, Peygamberimizin vefatını müteakip, toplumda yeni ortaya çıkan meseleler karşısında içtihatta bulunarak çözüm üretmişlerdir. Vefatın hemen arkasından daha henüz defin işlemi de tamamlanmadan devlet reisinin kim olacağı gündeme gelmiştir. Bu konuda ne bir ayet ne de Peygamber efendimizin hayatta iken bir tavsiyesi olmadığı için Beni Sakifede toplanan bir grup ile Hz. Ebubekir halife ilan edilmiş daha sonra müslümanların mescitte biatı alınmıştır. Arkasından Hülafai Raşidin olarak zikrettiğimiz diğer üç halifenin seçimi de farklı yöntemlere olmuştur. Peygamber efendimizin vefatının hemen arkasından yapılan bu işlemler sahabenin içtihadıdır. Sahabîler asrında İran, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika fethedilmiş, müslümanların idaresine, çok eski medeniyetlere mensup milletler girmişti. İslâm medeniyeti, çeşitli milletlerin medeni mirasları ile karışmaya başlamıştı. Dolayısıyla toplum hayatında Peygamber (sav) devrinde olmayan hâdiselerle karşılaşılmış, hayat çeşitli dallara ayrılmıştı. Bu, durum karşısında İslâm bilginlerinin yararlı ve uygun olan hususları inceleme, araştırma, düşünme ve ictihad’da bulunma cihetine yönelmeleri bir zaruretti. Sınırlı sayıda nass sınırsız sayıda karşılaşılan olaylar olunca bunlar da bir şekilde halledilmeliydi. Karşılaşılan olaylara Kur’ân, sünnet ve kıyas yoluyla elde ettikleri sonuca göre reyleri ile içtihatta bulunmuşlar ve buna göre hüküm vermişlerdir. Bu itibarla büyük sahabilerin ictihad’da bulunması, Peygamber (sav)’in söz ve hareketleriyle yakından ilgili olanların yeni meseleleri halletmesi gerekiyordu. Onlar, yeni meseleler karşısında içtihadlarda bulundular ve Allah’ın hükmünü açıkladılar. Sahabilerin bilginleri içtihat hususunda bir metot ortaya koydular; onlar, yeni bir hâdise karşısında ihtilâfa düşerlerse Kur’an’a başvuruyorlar, bu meseleyi açıklayan bir ayet bulurlarsa onun üze rinde birleşiyorlardı. Buna şöyle bir misal verebiliriz: Irak ve İran toprakları fethe dilince sahabiler, bu arazinin fethe iştirak eden askerlere dağıtımında ihtilâfa düştüler. Hz. Ömer, devletin reisi ve mü’minlerin emiri olarak araziyi askerlere taksimden kaçındı. Çünkü O, görüyordu ki bu arazi, Allah’ın, “Biliniz ki ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri Allah’ın, Peygamber’in, O’nun yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolda kalanların hakkıdır” (Enfâl 8/41) ayetinin içine girmiyordu. Bu ayette kastedilen ganimet menkul malları ifade ediyordu, toprak ise gayri menkul olduğu için fethedilir, fakat ganimet ol mazdı. Öte yandan ülke ve sınırların korunması için gelire ihtiyaç vardı. Bu da arazinin fethedenlere dağıtımıyla olmaz, arazi sahipleri gayri müslimlerden «cizye» almakla sağlanabilirdi. Fakat savaşçılar, Hz. Ömer’e uymadılar ve münakaşa üç gün sürdü. Üçüncü gün Hz. Ömer, Kur’an’dan şu ayeti onlara okudu: «AlIah’ın (fethedilen) memleketler halkından Peygamberine verdiği feyz (ganimet) Allah’a, Peygamberine, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara aittir. Bu da o malın, sizin içinizdeki zenginlerin arasında dolaşan bir mal (sermaye) olmaması içindir… Allah’ın azabı şiddetlidir.» (Haşr 59/7) Hz. Ömer, bu Kur’an nassını okuyunca hepsi O’nun emrine uymak zorunda kaldı. Sahabiler, Kur’an’da bir nass bulamayınca Sünnete başvuruyorlar ve ondan gereken hükmü alıyorlardı. Meselâ; Bir gün bir anne-anne (nine), Hz. Ebu Bekir’e geldi ve ölmüş olan kızının oğlundan miras istedi. Ebu Bekir (ra) de Kur’an’da bu hususla ilgili bir ayet bilmediğini söyledi. Sonra sahâbîle re dönerek, Peygamber (sav) ‘in, böyle bir meselede verdiği hükmü içinizden bilen var mı? dedi. Mugîre b. Şu’be, Peygamber (sav) Efendimizin nineye altıda bir hisse tanıdığını hatırlıyorum, dedi. Hz. Ebu Bekir, bu durumu başka bilen var mı? diye sordu. Başka bir sahabenin buna tanıklık etmesi üzerine bu nineye altıda bir (1/6) miras hakkı tanıdı Sahabîler, Kitap’ta ve Sünnette bir nass bulamadıkları zaman içtihat yapıyorlardı. Bu, Peygamber (sav) ‘in kabul ettiği bir metot idi. Muaz b. Cebeli Yemen’e hâkim olarak gönderirken Peygamber (sav) O’na “Ne ile hükmedeceksin” diye sordu. O, “Allah’ın kitabı ile” dedi. Peygamber “Ya Kitap’ta bulamazsan?” dedi. O da “Peygamber’in sünneti ile” dedi. “Onda da bulamazsan?” dedi. Muaz, “Re’yimle içtihat yaparım” dedi. Peygamber (sav) bunun üzerine; “Allah’a hamd olsun ki Peygamberinin elçisini O’nun razı olduğu şekilde muvaffak kıldı” buyurdu. Ömer (ra), devlet işlerini idarede, hakkında nass bulunmayan meselelerde maslahata göre içtihat yaptığı halde, kaza (yargılama) da, hakkında Kur’an ve Sünnet’den bir nass bulunmayan meseleler de kıyas cihetine gidilmesini emrederdi, O, Ebu Musa el-Eş’ariye gönderdiği mektubun sonunda şöyle diyordu; “Kur’an ve Sünnette bulunmayan ve tereddüde düştüğün meseleleri çok iyi anlamaya çalış, birbirine benzeyen hususları iyice kavra ve buna göre meseleleri birbirine kıyas et” Bu ifade açıkça göstermektedir ki hâkim, şer’î bir nass bulamazsa hâdiseyi, hakkında nass bulunan benzeri bir hadiseye kıyas edecek ve buna göre hüküm verecektir. Hiçbir sahâbi, kendi görüşüne uyarak veya maslahatı tercih ederek, herhangi bir nassı terk etmemiştir. Sahâbîlerin maslahata göre vermiş olduğu fetvâlar, asla nassa aykırı olmamıştır. Bilâkis bu fetvâlar, nass’ların tatbikatından ve şeriatın gayesini doğru olarak idrakten ibarettir. Bunlarda hiçbir nassa aykırılık yoktur. Vahyin ilk muhatapları ve en iyi anlayanları karşılaştıkları problemleri çözerken hiçbir zaman ben Kur’an’a bakarım başka bir şeye bakmam diyerek sorunları çözümsüz bırakmamışlardır. Devam edecek….