Osmanlının Üniversitesi Darülfünun Abdurrahman KUTLU- Yeni Meram Gazetesi
Osmanlı birçok alanda olduğu gibi Avrupa başta olmak üzere, dünyadaki üniversite gelişmelerini görememiş ve anlayamamıştır. Bu sebeple geniş ülke topraklarında birçok üniversite kurması beklenirken, zamana uygun modern bir üniversite kuramamıştır.
Avrupa’da ilk üniversite kabul edilen Bologna Üniversitesi, 1088, İtalya ile Selçukluların Eğitim Kurumları olan Nizamiye Medreseleri ( 1065) yakın tarihlerde kurulmuşlardı. Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından kurulan Nizamiye Medreseleri zamana göre çok iyi bir teşkilatlanmış, merkezi Bağdat Medresesi olan, çevre şehirlerde birçok medreseler açılmıştır. Bağdat’taki medrese üst medrese kabul edilmiş, diğer medreseleri bitiren başarılı öğrenciler buraya kabul edilmiştir. Bu medreselerle devletin ihtiyacı olan bilgili din adamı ve devlet memurlarının yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Müfredatlarında pozitif bilimlere de yer vermişlerdi. Bu medreseler teşkilat yapıları, anlayışları ve müfredatları ile zamanın en ileri eğitim kurumları olduğuna şüphe yoktur.
Başlangıçta Üniversite Katolik Hıristiyan dünyasının, Medrese İslam aleminin birer Yüksek Öğretim Kurumu olarak başlamıştır. 18.yüzyıla gelinceye kadar, Avrupa’da ve İslam dünyasında eğitim kurumları ilk, orta, yüksek gibi bir kademelendirme yapılmadığı için, okuryazarlıktan sonraki eğitim, yüksek öğretim olarak kabul edilmiştir. Ortaçağ Hristiyan dünyası için karanlık çağ kabul edilir. Halbuki ortaçağ İslam dünyası için aydınlık bir çağ olmuş ve "7. Yüzyıldan 13. Yüzyıla kadar ilamın altın çağı " veya " İslam Rönesans’ı " olarak kabul edilir. Bu dönemde her yüzyılda ,her alanda çok sayıda bilim insanı yetişmiştir. Bu dönemde eski Yunan bilim adamlarının eserleri tercüme edilmiş, onlardan azami ölçüde yararlanılmıştır. Bu zamanda Bağdat bilim merkezi olmuştur. Bu altın çağda ortaya konan bilimsel çalışma ve düşüncelerin birçoğu, daha sonra Avrupalı bilim insanlarının çalışmalarının başlangıçlarını teşkil etmiştir.
Ne olduysa 13. Yüz yıldan sonra İslam dünyasında bilim alanında büyük bir duraklama ortaya çıkmış ve çok geçmeden de bilim hayatından çekilmiştir. Orda başlayan bilim küskünlüğü halen büyük ölçüde devam etmektedir. 12 yüzyıldan itibaren sayıları artmaya başlayan Avrupa üniversiteleri çoğunlukla kilisenin kontrolünde gelişmelerini sürdürmüşlerdir. Genellikle teoloji ve diğer sosyal bilim ağırlıklı olmuşlar, Bologna gibi bazı üniversiteler tıp ve hukuk ağırlıklı olmuşlardır. Reformdan sonra yeni ortaya çıkan Protestanlık mezhebi ile Katolik mezhebi arasında, üniversite konusunda saha kapma yarışı başlamış ve 1500 ile 1800 yıllarında Avrupa ülkelerinde 150 ye yakın üniversite kurulmuştur. Bu dönemde Katoliklerin kurduğu üniversite sayısı, Protestanların kurduğu üniversite sayısının iki katından fazla olmuştur. Artan ihtiyaçlar, değişen şartlar, sermayenin artması bilimsel gelişmeleri zorlamıştır. Özellikle coğrafi keşifler yeni bilimsel gelişmelerde Avrupa’da en büyük etkenlerden biri olmuştur. Elbette eski bilgilerle, denizlerde, okyanuslarda yol almak mümkün değildi.
Avrupa’da Ortaçağ sonlarında kurulan üniversiteler klasik bilim ve felsefeyi aktarmakla yetinmişler, yeni bilime ve bilgilere karşı direnç göstermişler, yeni bilgiler de üretememişlerdir. Artık klasik bilgiler/ bilim ortaya çıkan ihtiyaçlara cevap verememiştir. Klasik bilimin savunucuları ve kilisenin otoritesinde olan üniversiteler, modern bilimin doğuşunu engelleyememişlerdir. Bu sebeple modern bilim başlangıçta üniversite dışında; bu amaçla örgütlenen derneklerde, akademilerde gelişmeye başlamıştır. Modern bilimin doğuşuyla 18. yüzyıl ortalarında başlayan Sanayi Devrimi, başlangıçta birbirinden ayrı gelişen bilim ve teknolojiyi birbirine daha çok yaklaştırmış, artık bilim olmadan teknoloji, dolayısıyla üretim yapılamaz hale gelmiştir. Sanayi Devriminde kademeli olarak kol (kas) kuvvetinden su, buhar, elektrik ve motor kuvvetine geçilmiş, her alanda üretim artmış, üretilen mallar ülkelerin dışına çıkmıştır.
1800’lü yıllardan itibaren üniversiteler anlayışlarını, yapılarını, programları gözden geçirip yeni bir yapılanmaya gitmişlerdir. Alman bilim insanı Alexander von Humbold üniversiteyi yeniden tanımladı. Ona göre Üniversitenin bilimsel araştırma yapmak ve elde ettiği bilgileri eğitim yoluyla yaymak gibi birbirinden ayrılmaz iki görevi vardır.
Kilisenin baskısından da kurtulan üniversiteler kısa zamanda modern bilimin üretildiği ve ona dayanan ileri teknolojilerin geliştirildiği merkezler haline gelmişler, bu özelliklerini de gittikçe geliştirmişlerdir. Bu şekilde her alanda üretim artmış, dünya şartları da hızla değişmeye başlamıştır. Avrupa’da eğitim, bilim ve teknoloji alanlarında hızlı gelişmeler olurken Osmanlı Devleti bu gelişmelere ayak uyduramamıştır. Askeri alanda Avrupa karşısında başarısızlıklar 18 yüzyıl başlarında ileri boyutlara ulaşması sebebiyle bazı yenileşme gayretlerine gidilmiştir.
Rus donanmasının Baltık ve Manş denizini, Atlas Okyanusunu geçip Akdeniz’e girerek Çeşme limanında Osmanlı donanmasını yakması büyük şaşkınlık yaratmıştır. Bu amaçla 1776 da bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesini başlangıcı olan, Mühendishane-i Bahri Hümayun (imparatorluk Deniz mühendishanesi) , 1795 de mühendishane-i Berri Hümayun (imparatorluk kara mühendishanesi), 1827’de Tıphane-i Amire, 1834 de Mekteb-i Fünun Harbiye gibi askeri amaçlı okullar açılmıştır. Yine bu dönemlerden başlayarak çeşitli alanlara yönelik veterinerlik, ziraat, hukuk ,mülkiye vb. okulları açılmıştır. Bu okulların bazıları kapanmış, bazıları değişikliğe uğramış, bazıları da Cumhuriyet döneminde bazı yüksek eğitim kurumlarının başlangıcını oluşturmuşlardır. Sultan Abdülmecit döneminde bir darülfünun (üniversite) kurma fikri doğmuş ancak bunun nasıl olacağı, hangi bölümlerin olacağı, kimlerin ders vereceği, öğrencilerin nasıl alınacağı, mezunların nerelerde istihdam edileceği gibi hiç bir konuda mesai harcanmadığı anlaşılıyor. Avrupa’da birkaç yüz yıl önce kurulmuş çok sayıda üniversite olmasına rağmen, onlarda bir tetkik ve araştırmanın yapılmadığı, adeta bizde de olsun kabilinden hareket edilmiş. 1863 yılında ilk darülfünun açıldı. Dersler Medrese öğrencilerinin ve devlet memurlarının dinlemelerine açık tutuldu. 1865 yılında bina içindeki eşyalarla birlikte yandı, darülfunun kapandı. Bundan sonraki yıllarda iki defa daha açıldı ve bazı sebeplerden kısa süre sonra kapandı. Nihayet 1900 yılında dördüncü kez kurulan darülfünunda; ileri din ilimleri, matematik ve tabiat, edebiyat bölümleri buluyordu. Dersler daha ziyade genel kültür niteliğindeydi. İkinci Meşrutiyetten sonra darülfünun geliştirilmesine çalışıldı. Tıp Fakültesi darülfünunla birleştirildi, hukuk okulu açıldı. Yetersiz, eksik birçok yönü varsa da, bu son kurulan darülfünun, 1933 Üniversite reformuna kadar gelmiş ve İstanbul Üniversitesini oluşturmuştur. Darülfünun zamana uygun modern bir üniversite olarak kurulmamış, bilimsel gelişmelerde ve teknolojide bir varlık gösterememişse da, eğitim alanında Osmanlıda yenileşme hareketleri içinde kabul edilmiştir.