Müslümanlar dünya üzerinde neden söz sahibi değiller?- Hüseyin TOPTAŞ- Yeni Meram Gazetesi
Peygamber Efendimize 40 yaşında iken 610 yılında Allah (cc) tarafından ilk vahyin gelmesi ile peygamberlik görevi verilmiştir. İlk vahyin gelmesi sonrası durumu eşi Hz. Hatice (ra) validemize anlatarak İslami tebliğ başlamış ilk Müslüman olan kişiler olarak Hz. Hatice, Hz. Ali, Hz. Ebubekir, Hz. Zeyd tarihe geçmişlerdir. Hz. Ömer’in Müslüman olması ile bi‘setin 6. yılında bu sayı 40 kişiye ulaşmıştır.
Mekke döneminde müslümanların sayısının gittikçe artması Mekke aristokrasisi ve ileri gelenleri tarafından endişe ile takip edilmiş, İslam davasının önüne geçebilmek için ekonomik ve siyasi ambargolar dahil her türlü baskı uygulanmıştır. Mekke dönemini Medine dönemi takip etmiş Mekke’de bir kişi ile başlayan tevhid mücadelesi İslam davası veda haccının yapıldığı hicretin onuncu yılında yüzbinlere ulaşmıştır.
Bir kişi ile başlayan İslam hareketi kılıç zoruyla değil inananların ihlası ve samimi gayretleri sayesinde gönüllerin fethi ile kabul görmüş insanlar akın akın İslam’a gelmişlerdir. Vahyin ışığında Rasulullah’ın (sav) rehberliğinde bedevi bir toplumdan medeni bir toplum inşası sağlanmıştır. Allah Resulünün vefatı ile dava son bulmamış kaldığı yerden devam etmiştir.
İslam’ın temel kaynaklarını kendilerine rehber edinen ve onlardaki esaslara göre yönetim anlayışı geliştiren Müslümanlar kısa zaman içerisinde Türkistan’dan Atlas okyanusuna kadar geniş bir alanda İslam’ın yayılmasına vesile olmuşlardır. Matematikten tıpa, astronomiden felsefeye kadar birçok alanda verdikleri eserler ve yetiştirdikleri ilim adamları ile insanların kararan dünyalarına ışık olmuşlardır. Kilisenin baskısından bunalan insanlara kurtuluş ümidi olmuşlardır. Beşeri ve sosyal ilişkileri ile toplumlara önder olmuşlardır. Huzurun ve refahın İslam’da olduğunu yaşayışları ve yönetim ilkeleri ile göstermişlerdir.
Bir kişi ile Mekke’de başlayan hareket; davaya inananların sarsılmaz imanı ve sadakati, vahye ve rasulün öğretileri doğrultusunda hayatlarını tanzimleri ile kısa zamanda dünyanın ideolojik yapısını değiştirmişlerdir.
Dünya nüfusunun 8 milyara yaklaştığı günümüzde hemen hemen dünyanın her yerinde ve her ülkesinde Müslümanlara rastlamak mümkündür. Dünyanın en büyük dini grubunu oluşturan Hristiyan nüfusu 2,3 milyar iken 1.8 milyar kişinin Müslüman olduğunu görüyoruz. Bu da toplam nüfus içerisinde %24’e tekabül etmektedir.
Dünya nüfusunun dörtte biri Müslüman olmasına, bulundukları bölgelerde yeraltı ve yer üstü zenginliklerine sahip olmalarına rağmen dünya üzerindeki siyasi ve ekonomik etkinliklerine baktığımız zaman nüfusları ve zenginlikleri ile aynı orantıda söz sahibi olmadıklarını görüyoruz. Az sayıdaki kişi dünya dengesini değiştirirken bu kadar insan neden etkili olamamaktadır? Neden? Bu hayati soru üzerinde durmak, inancımızla eylemlerimiz arasındaki kopukluğun sebeplerini sorgulamamız gerekmektedir. Hürriyet içerisinde Müslümanca yaşamak, yeniden insanlığa kurtuluş ümidi olmak için buna mecburuz. Müslüman sayısının çokluğu kendimizi kandırmasın. İdealsiz ve hedefsiz sayısal çokluk bir müddet sonra yerini yabancı ideolojilerin hakimiyetine terk edecektir. Devletini ve iktidarını kaybedenler ancak yeni efendilerinin izinleri kadar inançlarını yaşayabilecekler bir müddet sonra da tarihin milletler mezarındaki yerini alacaklardır. Bunun için Endülüs tarihine bir göz atmak acı gerçeklerle karşılaşmamız için yetip artacaktır.
İhlas ve samimiyeti kaybederek vahiyden uzak bir hayatı benimserseniz, inancı birtakım ritüellere indirgeyip cami ve seccadeye hapsederek sosyal hayattan soyutlarsanız sahip olduğunuz inanç üzerinizde emaneten duran elbise gibi olur. Yabancı kültür ve ideolojilerin esiri olursunuz. Kimliğinizi ve inancınızı kaybedersiniz.,
İslamiyet şuurla izlenen bir yol olmaktan çıkıp da alışkanlık haline dönüşünce Müslümanlar medeniyetlerinin temelindeki dinamizmi yitirmişler ve kültürlerinde yozlaşma başlamıştır. İslam’ın dünya insanlığına tebliğ edilmesi ve geniş bir alanda yayılması için yapılan çalışmalar maalesef iç çatışmalara dönüşmüştür. Müslümanlar bırakın başkalarına örnek olmayı kendi içlerinde barışı sağlayamadıklarından acınacak duruma düşmüşlerdir. Yönetim anlayışında ve yönetim esaslarında kendilerine rehberlik yapacak temel kaynaklar olmasına rağmen bu kaynaklardan uzaklaşılarak gayri ahlaki ve gayri insani sistemlerin benimsenmesi Müslüman toplumlarda buhranın baş sebebi olmuştur. Müslümanların en çok okudukları yüce kitabımız Kur’an’ı anlamamaları, yaşayan Kur’an olan Peygamber Efendimizin sünnetinden habersiz olmaları, icma, kıyas, mesalihi mürsele, islama ters düşmeyen örf gibi temel kaynaklarımızın ihmal edilmesi islam düşmanlarının yeni yeni fitne tohumlarını Müslümanlar arasına rahatça atmalarını sağlamıştır.
Herkes İslam’a koşuyor diyerek sayısal çoğunluğumuzla övünmek yerine uluslararası platformlarda ne kadar etkiliyiz konusu üzerinde düşünmeliyiz.