Mezhepler yeni bir din değil İslâm'ın anlaşılma biçimleridir (1)- Hüseyin TOPTAŞ- Yeni Meram Gazetesi
Günümüzde yaygın olarak Kur’an bize yeter, Kur’an varken içtihada, mezheplere ne lüzum var gibi bir anlayış hızla yayılmaktadır. Bu anlayış sahipleri genelde önyargılı yorum yapanların yazı ve konuşmalarından etkilenerek böyle bir kanaate sahip olmaktadırlar. Meselelere ilmi gerçeklerden uzak tamamen önyargılı bir şekilde yaklaşanların ortaya attıkları konular zihinlerde büyük istifhamlar oluşturmaktadır. Bu anlayış sahipleri ileri sürdükleri fikirlerle müslümanların İslam’ı anlama ve yaşamalarına hizmet yerine İslam’ı yozlaştırmak isteyenlerin amaçlarına hizmet etmektedirler.
Peygamber (sav) Efendimizin sağlığında da vefatından sonra sahabe dönemi ve onları takip eden dönemlerde de içtihatlar olmuş bugünkü tabirle fıkhi yorumlar yapılmış ve o yorumlara göre de Müslümanlar hareket etmişlerdir. Hz. Peygamber hayatta iken vahiy devam ettiğinden, günlük hayata, aile, toplum veya çeşitli sosyal münasebetler ile ilgili karşılaşılan meseleler doğrudan doğruya Rasulullah’a arz edilir, konu hakkında ya ayet iner ya da Peygamberimiz kendisi çözerdi. İçtihadında isabet ettiği gibi isabet etmediği durumlar da olmuş, vahiy devam ettiği için hatalar vahiy yolu ile düzeltilmiştir.
Nitekim Bedir esirleri hakkında Peygamber (sav), sahabeleri ile müşaverede bulunmuştu. Sahabelerden bazıları kayıtsız şartsız serbest bırakılmalarını, bazıları da hepsinin öldürülmesini teklif ettiler. Peygamber (sav) ise, bu iki görüşün dışında fidye mukabili esirlerin ailelerine dönmeleri fikrini ileri sürdü. Bu münasebetle nazil olan ayette Cenabı Allah şöyle buyurur: “Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hakim duruma gelmedikçe hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfaatini istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti (kazanmanızı) istiyor. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Eğer Allah'ın daha önce verilmiş bir hükmü olmasaydı, aldığınız şey (fidye) den dolayı size büyük bir azap dokunurdu. ᅠArtık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Enfal 8/ 67-69)
Bu ayet, Hz. Peygamber’in (sav), her hadisenin halli için vahyi beklemediğini, istişare yoluyla ashabının da reyini alarak zaman zaman içtihada başvurduğunu, şayet içtihadında yanılırsa Allah Teala’nın bu hatayı olduğu gibi bırakmayıp peygamberini ikaz ve irşad buyurduğunu açıkça ifade etmektedir.
Buna benzer bir ayet de Tebük seferine çıkılırken sudan bahaneler ileri süren münafıklara Hz. Peygamberin savaşa katılmamaları hususunda izin vermesi üzerine nazil olmuştur.” Allah seni affetti. Fakat doğru söyleyenler sana iyice belli olup, sen yalancıları bilinceye kadar onlara niçin izin verdin?” (Tevbe 9/43)
Peygamber devrinde sahabenin içtihadı
Peygamber (sav) hayatta iken sahabeler de Peygamberden uzak olduklarında zaman zaman içtihatta bulunmuşalardır. Fakat sınırlan çok dardı. Meselâ; Amr İbnü'l-Âs'ın da bulunduğu sefere çıkmış olan bir müfrezede bir kısım sahabenin gusül etmesi gerekmişti. Su çok soğuktu, kullanılması imkânsızdı. Suyu ısıtma imkânını da bulamamışlardı. Bunun üzerine teyemmüm ederek namazlarını kıldılar. Müfrezede bulunanlardan bir kısmı teyemmümle namazlarını kıldıkları halde gusletme imkânına kavuştuktan sonra namazlarını iade ettiler. Bazıları da iade etmediler. Peygamber (sav) bu içtihadın her ikisini de kabul etti. Gerçekten netice değişmiyordu. İkinci gurup ihtiyat bakımından namazlarını iade etmişti. Halbuki burada ihtiyatı gerektiren bir şey yoktu. Fakat Peygamber (sav) onların gösterdiği takvayı doğru buldu. Birinci gurubu tasdik etmesi ise namazın iadesine lüzum olmadığını göstermektedir.
Ahzab Muharebesinin arkasından Rasulullah (sav): Hiçbir kimse beni Kurayza’ya varmadan ikindi namazını kılmasın” diye ilan etmişti. Hedefe varmadan ikindi vaktinin zamanı daralınca sefere iştirak eden ashab iki kısma ayrılmış; bir kısmı “bu sözden maksat oraya bir an önce yetişmemizdir, yoksa ikindi namazının vakti içinde kılınmaması değildir” diyerek sözün mana ve maksadını dikkate almış ve ikindiyi zamanı içinde yolda kılmışlar. Diğer grup ise lafza uyarak “oraya varılmadan ikindinin kılınmaması emredildi, vakit çıksa bile biz yolda kılmayız” diyerek hareket etmişlerdi. . Durum Hz. Peygamber'e aktarıldığında, o hiç kimseyi bu şekilde anlamalarından dolayı ayıplamamış ve bu durumu tabiî karşılamıştır… (Devam edecek)