KAPALI SİTELER…- Kerim ÇINAR- Yeni Meram Gazetesi
Kapalı siteler genellikle orta ve üst gelir grubundan insanların dışarıya kapalı ve izole olan, özel güvenlik önlemleri ile kuşatılmış ve tanımlanmış yaşam tarzı kurgusu etrafında biçimlenmiş toplu konut alanları olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’ de özellikle 1980‘li yıllardan itibaren egemen olmaya başlayan toplu konutlar serbest piyasa ekonomisine paralel olarak görülmeye başlamıştır. Bu olgu daha çok ithal edilmiş bir yaşam tarzının pazarlanması şeklinde görülmektedir.
1980’li yılların Türkiye’sinde kentleşme olgusunda; kentin çeperinde eskisinden çok değişik yöntemlerle var olmaya çalışan ve bu uğurda daha önceden yapmayı tasavvur dahi edemeyeceği çok şeyi yapmaya hevesli kent yoksulları vardı. Bunların yan sıra kooperatifler yoluyla kentteki rant kavgasına katılan ve kent çeperindeki geniş arazilere göz diken orta sınıf insanlar vardı. Bunların dışında bir de kentin en prestijli alanlarında kapattığı arazilerde özel güvenlik sistemleri ile korunan yüksek duvarların ardında yaşayan ve artık topluma bile dönüp bakmayan üst sınıf insanlar vardır.
Kapalı siteler kendine ait özel bir yönetim birimi, kamusal kullanıma ilişkin servisleri, rekreasyon alanları, spor tesisleri hatta okulları olsa dahi kapalı siteler geleneksel mahalle olma özelliğini taşımamaktadır. Kendi içinde bir yaşam vaadi, dışardan bağımsız bir yaşam sunması ve dışarıya bağımlılığı ne kadar azaltabilirse ve ne kadar kendi içinde yaşama imkânı sunarsa o kadar pahalı olması, aynı türde insanları bir araya getirme çabası ise; erişilebilen temel kaynakların mekânda bulunma düzeyi ve bolluğu ile ilgilidir.
Burada yaşayan gruplarda ortak değerler, ekonomik sınıf ve statüye dayalıdır. Bu insanlar kendi içlerinde benzerlik taşımaktadırlar. Kendilerini toplumun geri kalanından korunması gereken, farklı ve özel kişiler olarak gördükleri için, bunlar sitelere sığınmaktadırlar.
“Herkes gibi olmak, olmayacak bir şey. Herkes gibi olmak, olmamak gibi bir şey…” Sezai Karakoç
Site içinde yaşayanlar ile site dışında yakınında yaşayanlar arasında sosyo-ekonomik özellikler açısından bir ortak yönleri bulunmamaktadır. Dolayısıyla, aynı mahallede iki farklı grup birbirine çok yakın ama ayrışmış olarak yaşamaktadırlar. Sitede yaşayanlar avantajlı, site dışında yaşayanların büyük oranda dezavantajlı konumda oldukları görülmektedir. Bu durum konut alanları içindeki sosyal ayrışmayı açıkça ortaya koymaktadır.
“Sosyal ayrışma, gruplar arasında artan sosyal ve kültürel farklılıklara yol açan, etnik ya da sosyal olarak farklı grupların mekânsal ayrımlaşmasıdır.” Andersen Sosyal ve mekânsal ayrışmanın, global ekonomi sürecine bağlı olarak doğrudan ve dolaylı gelirlerdeki uçurumun artması ile daha çok ayrıştığı görülmektedir. Yani günümüzde insanlar kim olduğu, ne olduğu, ne ürettiği ile ilgili değil de, ne tükettiği ile statü kazanmaktadır. Toplumda insanların sınıfsal konumu yaşam yerine ve şekline göre tanımlanır olmuştur.
Bu yeni konut üretim biçimlerinden “kapalı siteler”, bir yandan parçalanmış toplumun mekânsal ifadesi olurken, diğer yandan şehircilik yönünden konut alanları planlamasında kullandığı komşuluk birimi ile sıkıntılı bir ilişki içine girmektedir. Bu açısından ele alındığında, bir kapalı site hem kendi içinde bir komşuluk birimini oluşturmazken, hem de insanları dışlayıcı yapısı ile mekânda var olan komşuluk ilişkilerini de zedelemektedir.
“Evrende en büyük ziyan, sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyindir…” Albert Einstein
Kapalı siteler bir yandan şehrin kentsel dokusunu değiştirirken bir yandan da toplumsal yapı biçimini etkilemektedir. Hızla yayılan kapalı site uygulamaları kentin mekânsal ve toplumsal ayrışma şeklini daha net görünür hale getirmektedir. Bu anlamda, söz konusu yeni kentsel mekânlar ‘siteler’, ideolojik tercihlerin kutuplaştığı mekanlar haline dönüşmektedir. Ancak toplumsal ayrışma ve içe kapanmaya rağmen site sakinlerinin de oldukça kısıtlı sosyal ilişkiler içinde oldukları de bilinmektedir.
Bu durumda, piyasa sunumları ve tercihler ekseninde ele almak yerine, sosyal ve kültürel değerlerin yükseltilmesiyle birlikte toplumsal yapı çerçevesinin genişletilmesi gerekmektedir. En genel hatları ile; kentsel yayılmanın denetlenmesi ve yönlendirilmesi, sosyal ve kültürel donatı alanları ve kentsel altyapının dengeli ve adil dağılımının sağlanması şeklinde ele alınabilir.
Kapalı sitelerin görünür hale getirdiği sosyal ve mekânsal ayrışma, tek başına kent planlama ya da mimari tasarım disiplinleri tarafından çözüme kavuşturulabilecek bir durum değildir. Bu sorun, belediyeler tarafında yapılan imar uygulamalarının yeniden gözden geçirilmesi ve eşitlikçi politikaların yürütülmesi ile çözüme kavuşturulabilir.
“Bir bahçede hep aynı çiçekten olursa bahçe güzel olmaz. Sen, ben, o varız diye güzel bu bahçe. Koparma farklı çiçekleri, kalsın renkleriyle, kokularıyla…” Yaşar Kemal
Selam ve sevgilerle……