DİĞER KATEGORİLER

KADER KEDERİN İLACIDIR

KADER KEDERİN İLACIDIR- Lütfi AYHAN- Yeni Meram Gazetesi

İSLAM OYUNLARI 6

Asrın felaketi olarak değerlendirilen son büyük deprem, çok büyük acılara, pek büyük sıkıntılara, yaşanmadıkça anlaşılamayacak pek hüzünlü manzaralara sahne oldu. Gecenin karanlığında, seherin ilk anlarında, sessizliğin en koyu vaktinde eşi benzeri olmayan bir gürültü, şimdiye kadar duyulmamış bir çatırtı ile uyanarak yataklarından fırlayan, ne olduğunu anlamadan sağa sola savrulan veya bütün vücudu yıkıntılar altında kalıp olduğu yere saplanıp kalan bedenler, canlar Ardından işin farkına varıp, " kızım, oğlum, annem babam, Ayşem Mustafam… Nerdesiniz? Kimse yok mu, kurtarın bizi" gibi haykırışlar, yalvarışlar, çığlıklar. İlk önce kendi başının derdine düşen, sonra yavrularını yakınlarını hatırlayan insanlar…Manzarayı uzaktan ve dışarıdan gören bizler böyle hayal ediyoruz depremde yaşananları. Bu sahneler hepimizi çok fazla etkiledi. Pekiyi bu büyük faciayı bizzat yaşayanlar, bu büyük acıları tas tas içenler nasıl etkilendiler acaba? Bunu ancak yaşayanlar anlatabilir. ( Bu yazıyı yazarken depremi bizzat yaşayan, Malatya'dan dostum Abdulkadir Artan Bey' e, Kırıkhan'da yaşayan Fuat Kardeşime, Maraş'tan Konya'ya gelen Sinan ve Mustafa kardeşlerime duygularını sorup dinledim) İnşallah tüm depremzede kardeşlerimiz acılarını, ızdıraplarını zaman dediğimiz o büyük merhem sayesinde tedavi edeceklerdir.
Maraş Depremi gibi büyük afetler bizim gibi zayıf varlıkların, güçsüz kulların düşüncelerini değiştirdi. "Her şey biteviye tek düzey yaşanacakmış, her şey büyük değişikliklere uğramadan devam edip gidecekmiş" gibi olan algılarımızı yıktı. Biz zannediyorduk ki hayat hep böyle devam edip gidecek: havalar ısınacak soğuyacak sabah kalkıp işe okula gideceğiz, hastalanınca dinleneceğiz, acıkınca yiyecek, susayınca içeceğiz. Elimizde cep telefonu ile sosyal medyada saatler tüketecek, evden, arabadan, paradan, maaştan, zenginlikten, fakirlikten, siyasetten, ekonomiden, spordan, sanattan, dinden, sosyolojiden... Dem vuracağız. Her şey böyle devam edip gidecek diye düşünürken birden bire herşeyi değiştiren, aklımızı, zihnimizi, düşüncelerimizi, duygularımızı altüst eden büyük bir olay oldu. Tüm bunların sonlu ve değişken olduğunu bir bıçak gibi aklımıza ve gönlümüze saplayan büyük bir hadise zuhur etti. Adeta gök yıkıldı yer yarıldı.
Aslında var olan ama nefsimizin bize unutturduğu, ölüm, yokluk, ayrılık, hicran gerçekleri kapladı benliğimizi. Bu büyük gelişme şok etti hepimizi. “Demek ki “dünya/hayat çok farklıymış. Rutinliğin dışında inişler çıkışlar da varmış. Hayat bizim kontrolümüzde değilmiş ve işler bizim planladığımız gibi gitmeyebilirmiş. Bu dünyada herşey bizim aklımızın, gücümüzün, irademizin emri altında değilmiş. Bizim dışımızda ve bizim sebebi olmadığımız ve bize büyük zararlar veren olaylar olabiliyormuş. Bunu pek fazla hesap etmemiştik bugüne kadar…”
GERÇEK BUYDU OYSA
Halbuki gerçek buydu. Nefsimiz unutturmuştu bize bu hakikatleri. Ölümler hep bizimle idi, ayrılıklar, hicranlar, ayrılıklar hep vardı. Lakin bunlar rutinleştiği için gönlümüz, aklımız olanlara alışmıştı. Aniden olan ve her gün olanın kat kat büyüğü olan ölümler ve yıkımlar şok etti hepimizi. Bu büyük yıkım küçükten büyüğe, kadından erkeğe, dindardan laike, dervişten sekülere kadar herkesi öyle bir etkiledi ki koşanlar yürümeye, yürüyenler durmaya, ayaktakiler oturmaya başladı. Herkes bir format attı düşüncelerine, inançlarına, vicdanlarına. Herkes hayatı yeniden sorgulamaya başladı: “Bu yaşadığımız felaket niçin oldu? Kim yaptı? Niye yaptı? Sorumlu kim? Ben bu işin neresindeyim? Ya benim başıma da gelirse? Bu yaşadığımız afet normal mi? Fail kim? Bizim bu olanlarda etkimiz, sorumluluğumuz ne kadar? Bunları sorgulamaya başladık milletçe. Herkes inancına, düşüncesine, siyasi görüşüne göre yorumlar yapmaya, fikirler serdetmeye başladı. Kimimiz hükümette buldu suçu, kimimiz yerel yönetimlerde. Kimimiz kendinde ve halkta aradı hatayı kimisi de kadere yükledi tüm sorumluluğu. Peki kim sorumlu bu işten? Ateist, deist, maddeci, tabiatçı, bilimci ve Allah’a inanan kişiler nasıl değerlendirdiler bu yaşananları? Vicdanları akılları tatmin oldu mu buldukları cevaplardan?
SÜALLER AĞIR CEVAPLAR İSE...
Enkazların başında gece gündüz, soğuk pus demeden günlerdir yıkıntılar altında kalan yavrularını, kardeşlerini bekleyen bir insana ne diyelim ki o insan teselli bulsun, gönlü rahat etsin? O insanı ancak ve ancak İslam’ın Allah, ahiret ve kader inancı teselli eder: “Ne yapalım Allah'tan geldi sabredeceğiz, O verdi O aldı. Bu dünya ebedi değildi zaten. Biz sevdiklerimizle cennette buluşup mutluluk içinde sonsuza kadar yaşayacağız. Şimdilik kısa süreliğine ayrıldık onlardan. Sayılı günler gelir geçer…” Bu inançtır insanları ayakta tutan. Bu inançtır insanları sevdiklerine kavuşturacak olan. Böyle bir inanç (haşa) gerçek olmasa (Allah korusun) insan kafayı yer. O acılı sahneler karşısında (maazallah) çıldırır, isyan eder. Hem kendine hem sevdiklerine hem cemiyete zarar verir.
İYİKİ KADER İNANCI VAR
Yanlış anlamayın bütün sorumluluğu kadere yüklemek gibi bir niyetim asla yok. Kader icabı oldu demek, Allah'ın insanlara verdiği aklı kullanmamaları o aklın ortaya koyduğu bilim kurallarını hayata uygulamamaları anlamına gelmez; tam tersi Kader İnancı şunu gerektirir; “Bir tek Allah vardır. Gördüğümüz bildiğimiz her şey ona aittir. Bu evren bu dünya ve içindekiler Allah tarafından yaratılmış, kıyamete doğru planlı bir şekilde de sürüklenmektedir. Allah tüm varlığı (yani yıldızları, galaksileri, evreni, dünyayı, dünyanın içindeki her şeyi) yaratmış ve mahlukatı anlamlandırması ve değerlendirmesi için insan denilen üstün/akıl sahibi varlığı görevlendirmis ve ona demiş ki, “Bu dünya geçici ben ebedeyim. Seni kendime halife olarak yarattım. Sana verdiğim akılla hem beni bil, hem tabiatı tanı, hem de benim kurallarıma karşı olmamak üzere bu dünyaya nizam ver. (Bu konuda peygamberimiz en iyi örnektir bizlere. O (sav), oğlunun mezarını bile düzgün kazdırmış, 'Müslüman yaptığı işi düzgün yapar' buyurmuş) Sahih bir itikatla inan, ibadetini tam yap. Böylece seni cennetime koyayım….” İşte kaderi böyle anladığımız zaman rahatlıyoruz. Diyoruz ki, “Bizi ve kainatı yoktan var eden bir Allah var. O (CC), Kainatı, dünyayı geçici bir süre için yaratmıştır. Bu dünya bir gün yok olacak, sonsuz bir hayat başlayacak. Orada Mü’minler, ölümün, acının, ızdırabın olmadığı, sonsuza kadar mutlu ve huzurlu yaşayacakları Cennete, kafirler ise sonsuza kadar acı ve ızdırap içinde yaşayacakları Cehenneme gideceklerdir. İşte bu inançta olan insanlar zorluklar karşısında daha dirençli olurlar. Son cümle, Kader inancı büyük bir sistemin önemli bir parçasıdır tek başına düşünülmemeli. İslam’ın tüm inançları (Allah, ahiret, kitaplar, melekler, peygamberler) ile birlikte bir sistem dahilinde düşünülmeli. Yani bir tek Allah vardır. Bu kainatın bu evrenin, insanların her şeyin sahibi O dur. Ezeli ve ebedidir. Gücüne kudretine merhametine sınır yoktur. Cennette onundur, Cehennem de onundur. İnsanlar inanç ve amellerine göre bu iki sonsuzdan birine gireceklerdir. Kader Allah’tandır, biz O'na aitiz ve O'na döneceğiz. Allah var, keder yok.