İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNİN YABANCI AKADEMİSYENLERİ- Adem ESEN- Yeni Meram Gazetesi
İstanbul Darülfünun’un (Üniversitesi) yabancı akademisyenleri 1915-1918 Alman müderrisler dönemi, 1919-1933 Fransız profesörler dönemi ve 1933 yılı sonrası yabancı akademisyenler dönemi olarak bilinir. (Prof. Dr. Nihat Falay. İstanbul Üniversitesinin Yabancı Akademisyenleri. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul, 2023, 416 sayfa) Kitapta yabancı akademisyenler 1950'lere kadar getirilmiş, son dönem yabancılar yer almamıştır.
Kitapta 163 yabancı akademisyenin kısa hayat hikayeleri yer almakta, akademisyenlerin fotoğrafları veya resimleri yanında yurt dışında ve İstanbul Üniversitesi'ndeki akademik faaliyetleri Türkçe eserleri, çalışma arkadaşları ve öğrencilerin isimleri de yer almaktadır. Yazar geniş bir kaynakçadan faydalanmıştır.
Osmanlı döneminde Darülfünuna gelen özellikle Alman akademisyenlerin sayısı az olmakla beraber 1933 yılında İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşundan sonraki dönemde gelen akademisyenler daha fazladır.
İstanbul’daki Darülfünun’un Şam, Konya gibi illerde hukuk mektepleri (fakülteleri) açtığı bilinmektedir. Mekteb-i Hukuk, Mekteb-i Mülkiye ve Medretül-kudat’da çağdaş ders kitaparı yazılmıştır. Mesela Osmanlı dönemi Mekteb-i Hukuk hocalarının idare hukuku kitapları transkripsiyonları halihazırdaki İdare hukuku kürsüsünce yapılmıştır.
1933 yılından sonra İstanbul Üniversitesi'ne gelen akademisyenlerin büyük bir kısmı Almanya'da Yahudilere karşı uygulanan politikalar nedeniyle gelmiştir. Bunlar sosyal bilimler, tıp, kimya, fizik, eczacılık ve teknik alanlardadır.
İstanbul'daki Darülfünun 1930'lu yılları başlangıcında Tek Parti politikasının dil ve tarih çalışmalarına yeterince destek göstermediği hatta eleştirildiği gerekçesiyle yüksek öğretimde bir reform yapılması için İsviçre'den Prof. Malche çağırılmış ve bunun için 10 bin lira ödenek konulmuştur. Malche raporunda eksikleri belirtmiş, 200 civarında profesör ve asistan kadrosu teklif etmiştir. 1933 yılında Darülfünun kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Darülfünundan 200 Öğretim elemanı görevlerinden çıkarılmış bir daha göreve alınmamıştır. Yani Tek Parti dönemindeki eğitim kurumları, elemanlarının haksız değerlemelerle tasfiye edilmelerine yol açmıştır. Yurtdışından gelenlerin katkıları da olduğu bilinmektedir. Mesela İsmail Saib’in istifasıyla yerine Almanya’dan Oskar Rescher getirilmiştir (s. 302) Oysa İsmail Saib Efendi Arapça ve Farsçadan başka Fransızca ve Almanca bilen, bir ölçüde Grekçe ve Latinceyi de anlayan, bunun yanında on binlerce kitabı tanıyan çok geniş bir hâfızaya sahip olması dolayısıyla çağdaşları olan yerli ve yabancı bilginlerce “ayaklı kütüphane”, “fihrist-i ulûm”, “canlı bibliyografya” ve “çağının Câhiz’i” gibi sıfatlara sahipti.
O yıllarda Almanya'da Naziler tarafından görevden uzaklaştırılanların bir kısmı Türkiye'ye gelmiştir. Hatta Nazilerin kitap yakma ayini Berlin Üniversitesi'nde gerçekleşmiştir. Naziler aynı zamanda kiliselere de savaş açmıştır.
Hatta İstanbul Üniversitesi'nin Berlin'den sonra en büyük Alman Üniversitesi haline geldiği belirtilir. Alman hocalara eleştiriler yöneltilmiştir. Bunun sebebi akademisyenlerin yerli asistanları yetiştirmek yerine yabancı yardımcılar getirmeyi tercih etmeleridir. Yine üniversite reformunun alelacele yapıldığı, yabancı ülkelerden toptancı bir alım sergilendiği belirtilmiştir. Böylece hızlı bir şekilde uygulamaya konulan üniversite, reform süreci boyunca bazı değerli öğretim üyelerini istifa ettirmiştir,
Çoğu Alman ve Yahudi olan bilim insanlarının en büyük hakları olarak yetersiz olan bilimsel eserlerin hemen yazılması kitaplık ve araştırma birimlerinin oluşturulması ve çağdaş bilim yöntemlerinin öğretilmesi sayılmaktadır. Ancak yabancı düşmanlığının devam etmesi ettiği ve yeterince algılanmaması algılanmadığı ileri sürülmektedir.
Maaşları Türklere göre üç dört kat fazla olan akademisyenlerden Türk vatandaşlığına alınanların sayısı azdır. Kitapta onlara yer verilmiştir. Türkiye'de vefat edenler Protestan veya Katolik mezarlığına gömülmüştür. İçlerinde Türk dostu olanlar olduğu gibi bazıları Türkiye'yi aşağılayıcı sözler de sarfetmiştir. Dikkat çeken hususlardan birisi Türkçe öğrenenlerin sayısının azlığı yanında öğrenme zorluğu çekenlerin bulunmasıdır.
Talay, akademisyenlerin sosyal kökenleri babalarının meslekleri, hobileri gibi konulara da yer vermiştir. Mesela papaz çocuklarının önemli bir kısmı sosyal bilimcidir. Bazı akademisyenler bölge araştırmaları yapmışlardır. Akademisyenlerden bazılarının iki taraflı ajanlık yaptığı da kaydedilir (s.206). Akademisyenlerin kendi ülkelerinde siyasi olaylara karıştıkları özellikle Yahudilerin ve bunlara karşı olanlardan da bahsedilir. Nazi karşıtları olduğu gibi Nazi kökenliler de vardır (s.253).
Sabahattin Zaim Hoca bize sohbetlerinde İstanbul Üniversitesi senatosunda oruç tutan tek profesörün kendisi olduğundan bahsederdi.
Yine eski hocalardan bazıları İstanbul Üniversitesi için Bizans tabirini kullanırlardı. Bunun sebebi dönemlerinde üniversitedeki ayak oyunları mı acaba? 1939'da Almanya'dan İstanbul Üniversitesi'ne gelen aslen Yahudi olan Richard Honig İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin tarihini 1400 yıl öncesine götürürdü. Çünkü ona göre madem İstanbul Üniversitesi bu kentte, o zaman fakültenin tarihini de o tarihe götürmek mümkün. Bilindiği gibi İstanbul Üniversitesi’nin resmi logosunun altında kuruluş yılı olarak fetih yılı 1453 gösterilir.
Akademisyenler kendi dilleriyle ders vermişler, çevirileri asistanlar yapmışlardır. Dolayısıyla eğitim düzeyi etkilenmiştir.
Bu akademisyenlerin önemli bir kısmı İstanbul Üniversitesi’nde fakülte kütüphaneleri, enstitüler kurmuşlar. Bazı fakültelerde kurucularının adları hala yaşayan bilim dalları, akademisyenler vardır.