İŞSİZLİK VE YERLİ ÜRETİM- Adem ESEN- Yeni Meram Gazetesi
Son makroekonomik göstergeler enflasyon, işsizlik gibi temel konularda sıkıntılarla beraber olumlu düzeydedir. Zira nüfusumuzun niteliğine bağlı olarak ihtiyaçlar ve bunların karşılanması üretim sürecini harekete geçirmektedir. İhtiyaçların karşılanması iç kaynaklarla ve/dış kaynaklarla iç ve dış finans kaynaklarıyla sağlanabilir. Günümüz dünyasında pek çok uluslararası anlaşma ile serbest ticaret imkanı sağlanmıştır. Çin dünyanın üretim merkezi olmuştur. Burada ucuza üretip, dünyanın pek çok ülkesine götürme imkanı vardır. Ama bu durum zamanla değişmektedir.
Çin veya diğer ülkelerin mesela Almanların mallarını neden kullanılıyor? Bunların alternatifini üretmek mümkün müdür? Üretilemiyorsa bunun nedenleri nelerdir? Bunun teoride tartışmaları devam ediyor. Bir yanda serbest ticaret yanlıları, diğer yanda korumacılık yanlıları… Burada anlayış ve politikalar ülkelerin çıkarlarına göre de zamanla değişmektedir. Mesela Osmanlıda iç ticaretin serbestleşmesi bir süreç sonrası olmuştur. Zira Osmanlı dahil birçok ülkede iç ticarette bazı engeller içinde vergilerin önemli yeri vardı. Dış ticaretteki vergiler (gümrük vergileri) serbest ve korumacı fikirlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. İktisadi durumları iyi olanlar serbestlemeyi (dış ticarette liberalleşmeyi) savunurken, bugün ileri sanayi ülkesi olanlar başlangıçta korumacı politikaları takip etmişlerdir. Dolayısıyla konunun tarihi seyri ve teorik boyutları vardır.
Yerli üretim olunca kendi kaynaklarınızla kendi ve başkalarının ihtiyaçlarını karşılıyorsunuz, demektir. Tabii ki hem insanın hem de toplumların tüm ihtiyaçlarını kendilerinin karşılamaları mümkün değildir, böyle bir anlayış iktisadi de değildir. Ama yeterli üretim olmadan ihtiyaçları başkalarından karşılamak iktisadi bağımlılığı beraberinde getirir, sonra da siyasi bağımlılık...
Üretim hem kendi ihtiyaçlarımız hem de başka ülke vatandaşlarının ihtiyaçları için yapıldığında yani ihraç edildiğinde, bunun ekonomiye katkısı çarpan katsayıları ile ölçülür. Öyle ya, bir malı mesela buzdolabı üretirken bunun ara mallarını ve hammaddelerinin bir kısmını dışarıdan alırken yani ithal ederken, önemli bir kısmını kendi ülkenizden karşılayacaksınız. Böylece mesela, buzdolabına saç, lastik, motor v.s. üretmiş olacaklar, yani iş sahibi olacaklar, harcama yapacaklar, bu harcamaları başkalarının üretimini sağlayacak, döngü böylece devam edecek. Bu bir katsayı ile ekonomiyi harekete geçirecektir. Bundan dolayı ihracat teşvik edilir. Hâlbuki ithal ettiğinizde paraya dışarıya aktarırsınız, içeriye önemli katkısı olmaz, dolayısıyla işsizlik ve üretim sıkıntısı varsa çözümde zorlanılır.
Japonlar, Güney Koreliler, Almanlar üretim konusunda gerçekten rol model olan ülkeler ve milletlerdir. Mesela bir Japon otomobil fabrikası işçisi, çalıştığı fabrikasından çıkan bir otomobili yolda tozlu halde bulur. Hemen eline bir bez alarak temizlemeye başlar. Başkasının arabasını neden temizlediği sorulunca “çünkü onu biz ürettik” diye cevap verir. Aslında yerli üretimde markalaşmanın esas noktası burasıdır, yani malı veya hizmeti üretenlerin yaptıkları üretimlere sahip çıkmalarıdır. Herhalde bizdeki eksikliklerin başında bu geliyor.
Yıllar önce, koalisyon hükümet tankların revizyonu ihalesi açmış ve İsrailli firma almıştı. Ben merak ettim; Konya, Bursa, Gaziantep gibi şehirlerde tecrübeli torna ustaları ve bunların işlettikleri atelyeler var, bu revizyonu biz yapalım mı? O dönemdeki Konya Tornacılar Odası Başkanı Ali Demirkol’a sordum. Ayrıca üniversitede hoca olup da öncesinde tank subaylığı yapmış ve doktora tez konusu savunma sanayi olan bir arkadaşımdan da görüş aldım. Ulaştığımız sonuç; Konya sanayisi o dönemde bu revizyonun büyük bir kısmını yapabilirdi, eksik olan ileri teknoloji isteyen konulardı. Ama sesimizi duyan olmadı… Ne güzel ki, bugün pek çok gelişmiş teknolojiyi kullanıyoruz.
1970’lerde Hac ibadetinden dönenler bazı elektrik veya elektronik eşya getirirlerdi, o zaman Japon ürünleri pek tercih edilmezdi, Çin ürünleri gibi. Oysa pek çok üretim şimdi Çin’de yapılıyor.
Bir arkadaşımızın anlattığı olay: İngiltere’de orta düzedeki bir İngiliz pek de Türkiye dostu olmayan üslupla, sohbet sırasında Türkiye hakkında ahkam kesmeye başlar, konuk olan Türk’e mutfaktaki buzdolabının şekli sıcak gelir. Dolabın arkasında Türk markasını görünce konuk olduğu İngiliz ev sahibine “Dolaptan memnun musunuz? Güzel soğutuyor herhalde” diye sorunca o, hem fiyat hem de kalite bakımından memnun olduğunu belirtir. Bunun üzerine “Buzdolabınız Türkiye’de üretilmiş, demek ki size de mal satabiliyoruz, memnun da kalıyorsunuz” deyince aradaki buzlar erimiş.
Harcı alem diyerek dışa bağımlı olmak doğru bir tercih değildir. Bunun için az veya çok tüm ürünlerin üretilmesi sağlanmalıdır. Türkiye bir dönemler aşı üreten bir ülke iken, dışarıdan ucuza aşı alıyoruz diye bu üretim bırakıldı. Bunun sıkıntısı bu salgın döneminde çektik. Yerli aşı daha uygulamaya geçmedi. Oysa aşı üretimi devam etseydi, belki bugün biz aşı ihraç eden ülkeler içinde yer alacaktık.
Türkiye’de 1980’de 24 Ocak tedbirleriyle serbest ticaret sistemine geçildi. Önceden ithal ikamesi vardı. Ama ithal ikamesi dönemde de güya yerli üretimi ellerinde tutanlar yine ithalata bağlı olanlardı. Herhalde ülkemizdeki para ve siyaset gücü bakımından en güçlü lobi niteliğinde olan ithalat lobisi bu hakimiyetini sürdürdüğü için yerli malları geri planda.
Çevremize bakıyoruz, hepimizin kullandığı ürünlerin pek çoğu ve özellikle para tutanlar yabancı üretim, halbuki bunları küçük büyük ayırım yapmadan kendimizin üretmesi zorunludur.
Yeril firmalar kendilerini geliştirmeliler, araştırma geliştirmeye fon ayırmalılar, işçileriyle birlikte özümsemeliler, ürünü sattıktan sonra müşterinin memnuniyetini sürekli hale getirmeliler, fiyat avantajları sağlamalılar, kaliteleri en iyi olmalıdır…
Yerli üretim için sadece siyasi destek yetmez, özellikle üretim yapan firmaların oto kontrol yöntemiyle çalışmaları gerekir. Bilindiği gibi lonca sistemi döneminde “pabucu dama atılması” vardı.
İşçi sendikaları, meslek örgütleri, sanayiciler devletin ve halkın yerli ürün kullanmasını teşvik etmelidir. Yerli üretimin artması artık gönüllülük esasına göre yapılabilir. Üretim ve servis hizmetlerinde kalite ve fiyat gibi müşterinin beğenisini kazanan hususlar önem taşıyor. Bunlar aynı zamanda kendi emeğimize, daha doğrusu kendimize saygının da gereğidir. Bu hususlar iktisadi gelişme, refah artışı, işsizlik gibi konularla yakından ilgilidir.