İslam dünyası ve insanlık; İslam Rönesansı'na muhtaç (2)- Hüseyin TOPTAŞ- Yeni Meram Gazetesi
İslam Rönesans’ı çalışmalarında yüce kitabımız Kur’an’ın anlaşılması ve yaşanması için Kur’an okuma ve anlama disiplini geliştirilmelidir. Kur’an hem lafzı hem manası ile sanki bize yeniden vahyolunuyor gibi okunmalıdır.
“Bu Kur’an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.” (İbrahim 14/1)
Kur’an İnsanlığa hidayet rehberi olarak gönderilmiştir. Kur’an, birçok ayeti kerimede insanı tefekkür etmeye, düşünmeye, akletmeye çağırmaktadır. Kur’an’ın bu çağrısına gerektiği gibi uymayanlar yüce kitabımız Kur’an’ı yıpranmasın diye süslü kılıflar içerisine koyarak kolaylıkla ulaşılamayacak şekilde duvarlara asmaktadırlar. Kur’an evlerin ve işyerlerinin vitrin süsü değil okundukça hayatımızı yeniden inşa ettiğimiz gönüllerin baş tacıdır.
Sünneti esas almayan düşünce ve hayat tarzının İslâmî nitelik kazanması mümkün değildir
Sünnet, mücerret bir bilgi kaynağı değil, aynı zamanda İslâm’ın ve Müslümanların varlık, bilgi, ahlâk ve bir bütün olarak değerler sistemine kaynaklık eden hayatî bir değerler manzumesidir. Sünnet, inanç esasları ve ibadetlerden günlük hayatın bütün alanlarına kadar Müslümanlara kılavuzluk eden nebevî bir rehberdir.
Hz. Peygamber’in inanç, düşünce, davranış ve hedeflerine yön veren, bunları belirleyen Kur’an’dan başka bir şey değildir. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in Sünnetini, hayata aktarılmış Kur’an şeklinde nitelendirmek hiç de yanlış olmayacaktır. Hz. Aişe de Hz. Peygamber’in ahlakı hakkında sorulan sorulara “Siz Kur’an’ı okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an idi” cevabını vermiştir.
Sünnet Hz. Peygamber’in söz, fiil ve onaylarının ortak adıdır. Kur’an’ın hayatta uygulanma şeklidir. Şer’i delil olarak Kur’an’dan sonra müracaat edilen ikinci kaynaktır. Sünnet'i kaynak olarak kullanmadan, İslam dinini doğru anlamak ve İslami ilimleri, Kur'an'ın ruhuna ve zamanın şartlarına uygun olarak geliştirmek mümkün değildir.
Sünnet, Kur’an ilkelerinin hayata geçirilmiş ve günlük yaşayış formlarına dökülmüş şekli olup sünneti esas almayan düşünce ve hayat tarzının İslâmî nitelik kazanması mümkün değildir.
Fıkıh anlayışımız yeniden ele alınmalıdır
Kur’an ve sünnet yanında müslümanların karşılaştıkları problemleri çözmek ve onlara dini hayatın kurallarını aktaran müçtehitlerimizin çalışmaları da gözden uzak tutulmaması gereken bir başka konudur. Akaid, muamelat ve ibadet konularında yaptıkları çalışmalar ve eserler takdire değer tarihi kültürel mirasımızdır, zenginliklerimizdir.
Klasik dönem İslam alimlerinin kendi dönem ve şartları içinde ürettikleri bilgileri ve sorunlara getirdikleri çözümleri olduğu gibi alarak günümüze uygulamak geçmiş ulemamıza ve yüce dinimize haksızlık olur. On dört asır önceki ticari anlayış ile günümüz ticari yapısı çok farklıdır. Tarımdan sanayileşmeye geçilmiştir. Yerleşim yerleri az sayıda insan topluluklarının olduğu yerlerden şehirleşmeye metropolleşmeye dönmüştür. Siyasi ve idari yapı ilk dönemlerden çok farklı bir boyut kazanmıştır. Kur’an ve sünnet ışığında geçmiş alimlerimizin getirdikleri yorumları da dikkate alarak fıkıh anlayışımız yeniden ele alınmalıdır. Ama bunun için Kur'an ve sünnete bağlı ve vakıf, dini disiplinlerden haberdar, modern çağın özellik, sorun ve ihtiyaçlarını karşılayacak bir donanıma gereksinim duyulacağı bilinmelidir.