İBRETLİK, KÜPELİ ANILAR… -Mustafa KAPLAN- Yeni Meram Gazetesi
İnsan hayatında öyle anılar vardır ki, hatırlandığında sevinçle birlikte burukluk da verir. O anıların içinde unutulmayacak kişiler, mezara kadar gidecek dostluklar vardır. Özelim de olsa, öyle bir anıyı paylaşmak, kul sıkıştığında Yaradan'ın nasıl imdada geldiğini örneklemek istiyorum.
Lise yıllarımda, arkadaşlar arasında herkesin lakabı var ya benim de birkaç tane vardı, bir tanesi de “hırslı” idi. Hayat çizgime baktığımda, başarımda hırsımın katkısı büyük, ama çok çektim ben bu hırsımdan. Şeker hastalığı beni yeninceye kadar yenemedim onu.
Sene 1988 öğretmenliğin – öğrenciliğin yanında, rahmetli Turgut Özal arsası olanlara ev yapmaları için faizsiz kredi veriyordu, benimde eşimin bileziklerini satarak aldığım bir arsam vardı. Bu fırsat kaçmazdı, tam tamına 6 milyon TL kredi aldım. İyi paraydı ama inşaata başlayınca yetmedi. Borç, borç, borç. Ev geçinecek, vizelere gidilecek, inşaat borcu da ödenecek ama tek maaşım var. İş zor. Her akşam alacaklılar kapıda. Kendi alyansımı, daha önce çocuğumuzun hastalığı için satmıştım. Hukuk 3. sınıftayım. 1. vizeye hanımın alyansını, 2. vizeye yine hanımın ince bir zincirini sattım, gittim. 3. vize zamanı geldi, sadece Ankara’ya gidecek bilet param var, Ankara‘da bir hafta ne yapacağım, okulu bir müddet bıraksam mı diye kara kara düşünüyorum. Bir ara kafamda şimşekler çaktı. Buldum… Hanımın kulağında küpeler var, var da nasıl istenecek, herhalde bakışlarımdan düşüncemi anlamış ki, elinde küpelerle hanım yanıma geldi, bunlar yeterse al, dedi. Teşekkürlerimle birlikte “Yeter, yeter, yetiririz” dedim, aldım.
Ankara’dayım, bilet param olmadığı için, otogardan, Ulus’a kadar elimde valiz yürüdüm, öğretmenevi çalışanları, oda paralarını sonra da alabiliyorlardı. Para vermeden öğretmen evine yerleştim. Eee… Küpeler vardı, hem de baya gösterişli idiler. Bunları hemen satmalı idim. Ulus civarında bir sarrafa girdim, sarraf genç biri, kolunda künye, boynunda zincir, saçları briyantinli biri, anlaşılan mirasyedi. Küpeleri teraziye koydu, bir rakam verdi ki, düşündüğüm rakamın çeyreği, olmaz dedim. Küpeleri önüme fırlattı, “Bundan ne umuyorsun arkadaş” dedi. Sanki tavan başıma çöktü, umutlarım da. Dışarıya çıktım, ikinci bir sarrafa girdim. Birincisinden biraz fazla verdi ama o da azdı, Ankara’da bana bir hafta hep çorba içsem, peynir ekmek yesem bile yetmezdi, kitap masraflarım da vardı.. Üçüncü bir sarrafa girdim. Bir genç, bir de yaşlı adam var içeride. Genç ölçtü biçti, düşündüğüm paraya yakın bir değer biçti. İyi, dedim içimden. Okulun yanındaki, Çorumlu çorbacı Mehmet abiye de biraz borçlanarak vizeleri tamamlayabilirim, "tamam" dedim. Genç paramı vermeye başlayınca yaşlı adam, ayağa kalkıp, yanımıza geldi. Evladım dedi, “Sen hırsız – soysuza da benzemiyorsun, küpe satılır yenisi alınır, sen para alıyorsun, neden” dedi. “Öyle gerekiyor amca” falan dedim ama adam ısrarcı, bırakmadı. Bu nedeni öğrenmek istedi. Baştan sona anlattım her şeyi. Anlatırken benim dudaklarım titriyor, amcanın da gözlerinden akan yaşlar sakallarını ıslatıyordu.
Gitmek için ayağa kalktım. Kolumdan asıldı. “Otur” dedi, “Gel seninle bir anlaşma yapalım, ben sana borç para vereyim, senet düzenleyelim. Sen okulu bitir, avukat ol, büronu aç, bir de araba al, Ankara’ya gel. Arabanı karşıya park et, ben onu göreyim. Bu işlere göre senede vade koy, paramı öde, senedini al” dedi, “Teşekkür ederim amca, şakalaşacak hiç halim yok” dedim yürüdüm. Önüme geçti iki kolumdan tuttu, “Ben gayet ciddiyim. Vallah ciddiyim. Billah ciddiyim, otur şuraya” dedi. Allah Allah. Bu ne hal, beni hiç tanımayan biri bana borç verecek, hem de çok uzun bir vadede. Gitti, boş bir senet getirdi. Yaz dedi “Ben sana bir milyon TL borç veriyorum.” “Amcaaa”, dedim sen ne diyorsun?. “Yaz oğlum sana ne…” dedi. “Amca, aklın başında mı senin, benim maaşım 83 bin TL” dedim. “Bana ne senin maaşından, sen avukat olunca ödeyeceksin, olamazsan, o zaman düşünürüz” dedi. “Ama senin paran bu sürede enflasyondan pul olur” dedim, “Doğru” dedi. Altına çevirelim. Çevirdik. Senedi yaptık bir milyonu bana verdi. Küpelerimi de bir kutunun içine koydu, “Bunları yeğenime götür geri ver, paramı hazır edene kadar da bana uğrama” dedi. Kalktım, elini öptüm. Beni uğurladı.
Artık dünyalar benimdi. Öğretmenevine nasıl geldiğimi bilmiyorum. Ben vize masraflarını düşünüyordum. Allah bana diğer borçlarımı da ödeme imkânı vermişti. Çok şükretmeliydim Allah'ıma. Yemekten önce iki rekât namaz kıldım.
Konya’ya döndüm tüm borçlarımı ödedim. Rahatladım. Okulu bitirdim, büromu açtım. Araba aldım. Aradan 4 yıl geçti. Amcanın parasını hazırladım. Ankara’ya gittim. Gösterdiği yere arabamı park ettim. İçimde bir hüzün var, ya amca öldü ise… Dükkândan içeriye girdim. Amca yok, eyvah dedim ölmüş galiba. Tezgâhtara sordum. “Amca nerede?”, “Yarım saate kadar gelecek” dedi. Ferahladım.
Amca geldi, biraz daha çökmüş, beni tanımadı. Anlattım. Hatırladı. “Avukatlık şahadetnameni göreyim” dedi, hazırlıklı idim. Fotokopiyi eline verdim. “Taksin nerede dedi”, karşıdaki arabamı gösterdim. “Allah razı olsun amca, paranızı denkledim, takdim edeyim” dedim. Kalktı, kasadan senedi buldu, elime verdi. “Senin senet değil mi” dedi, “Evet benim senet, ama üzerine bedeli alınmıştır”, yazmışsınız dedim. “Karıştırma yırt onu” dedi. Yırttım. Parayı uzattım. “Kaaat paranı cebine” dedi. Şaşırdım. “Amca bu nasıl iş lütfen, alınız paranızı, sizin bana yaptığınız bu iyiliği baba oğla yapmaz, altında ezmeyin beni” dedim. “Bak oğlum” dedi, “Ben çok zengin bir insanım, oğullarım, damatların hepsi de hayırsız, ben senin gibi insanlara yardım etmeyeceğim de kime edeceğim. O gün sen muhtaçtın, ben de hayır olsun diye sana öyle bir yardımda bulundum. Hayır için verilen para geri alınır mı? Gururlu bir çocuksun, senet almadan öyle verse idim almazdın, kaaat paranı cebine. Şimdi sen de veren el oldun artık. Oğlum sende ver, ver, çok ver, ver ki Allah’ta sana versin.” Helalleştik, vedalaştık. “Bak, hatırlar mısın? Sana, – bana uğrama demiştim, şimdi uğra. Ankara’ya geldiğinde mutlaka beklerim ha...” dedi. Anlaşılan, kendisine borçlu olduğumdan, psikolojik olarak, sıkıntıya girmeyeyim diye, bana uğrama demiş. Dışarıya çıktım. Ya Rabbi, bu nasıl iş, kulun Mustafa sana nasıl şükretmeli. O dar anımda, okulu bile bırakmayı düşünürken bu insanı sen çıkardın karşıma diyerek yürürken, elime damlayan gözyaşlarımı hissettim.
Her Ankara’ya gittiğimde amcaya uğrar elini öperdim. Bir gün gittim ki amca, Rabbe gitmiş. Sanki babamı kaybetmiştim, yığıldım kaldım dükkânda. Babamın mezarına gittiğim her ziyaretimde, amcayı da ihmal etmem, Fatiha'sını gönderirim. Tavsiyelerinize uyuyorum amca, ruhun şad olsun.