HIZ ÇAĞINDA DİNGİNLİK- Medine EKMEKCİ- Yeni Meram Gazetesi
Zaman hızla akıp geçiyor ama dönüp arkamıza bakabiliyor muyuz bilmiyorum. Koşuyoruz ama nereye koştuğumuzu çok fazla bilmiyoruz. Sürekli bir hareket halindeyiz. Hani bisiklet sürerken pedalı çevirmediğin zaman düşersin mantığı var ya, hayatı da öyle algılıyoruz galiba.
Sanki durursak, dinlenirsek, sorgularsak, tefekkür edersek, kendimizle baş başa kalırsak düşeceğiz. Farkında mısınız, sürekli bir yarış empoze ediliyor. Sürekli koşmamız gerektiği söyleniyor, ileri bakmamız gerektiği söyleniyor.
Allah aşkına çevrenize bir bakın. Herkesin bir işi var herkes o kadar meşgul ki.. Evde oturan arkadaşlarıma sorduğumda; çok yoğun olduklarını işleri bitiremediklerinden bahsediyorlar. Çok enteresan değil mi? Zaman kimseye yetmiyor. Sanki görünmeyen gizli bir el ya da sistem, nefes almadan hızlı hızlı koş diye dikte ediyor toplumu. “Sen durursan onlar koşarsa seni geçerler hadi koş” diyor..
Yıllarca süren okul hayatında üniversiteyi bitiriyorsunuz hemen iş hayatı başlıyor (onda da bulabilirsiniz tabii). Sonra askerlik, evlilik, çoluk çocuk derken çocuklar büyüyor ve onların sorumlulukları. Bu döngü böyle devam edip gidiyor.. Pek çok yaşlıdan duymuşsunuzdur; “daha dün ben de sizin gibi gençtim; yıllar su gibi aktı geçti. Ne zaman yaşlandım anlayamadım” dediğini.
Şimdi diyeceksiniz, bunlar hayatın rutinleri doğası. Benim söylemek istediğim şey; bu kadar hız, insan fıtratına aykırı. Çünkü Allah bu mekanizmayı belli bir ritimde yaratmış. Arada bir durup, nereden geldim, nereye gidiyorum, nasıl bir hayat yaşamam gerekiyor? Sorularını kendimize hatırlatmamız gerekiyor.
Arada bir durup kendimizle baş başa kalıp, hayatın anlamını sorgulamamızı, daha açık ifade ile “kendimizden gidenlerin” farkına varmamızı istiyorlar. Evet sistemden bahsediyorum.
Kur'an-ı Kerim'de; hiç düşünmez misiniz? Ne kadar az düşünüyorsunuz? Düşünüp öğüt alacak yok mu? Ayetlerine sıkça rastlarız. Eğer ki, düşünmek durmak akıl etmek bir insanın insanlığın keyfine varabilmesi için temel ihtiyaçlardan birisi olmasa, bu düsturlar bu kadar çok hatırlatır mıydı bizlere?
Kıymetli dostlar, Pascal: “İnsana tüm dertleri bir odada kendi başına sessizce oturmayı becerememesinden doğar” der. Bazen bir sıkıntınız olur, bunu eşinizle veya bir dostunuzla paylaşırsınız. Eğer o bizden bakışlarını kaçırıyorsa veya bizim söylediklerimizi dinlemiyor, sözlerimizi önemsemiyorsa kızarız, içerleriz değil mi?
Peki, bizi dinlemeyen biz olursak durum nasıl olur? İnsan en çok kendisine zulüm ediyor. Kendimizle barışmayı kendimizle olan bütün diyalogları kendimize olan ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Çünkü bu ömrün sonuna kadar bize bizden daha yakın kimse yok. Bu yolculukta bize yoldaşlık eden ömrümüzün sonuna kadar kimse yok.
Bu kadar hızlı yaşadığımız hayatın içerisinde hayata dair sorgulamalarımızı yaparken, kendi değerimizi kıymetimizi de bilmenin zamanı gelmedi mi?
Ruhumuzun konuşmasına müsaade edelim lütfen. Çünkü o konuştukça içimizdeki kara bulutlar dağılacak. Bırakalım konuşsun, canı gönülden dinleyelim söylediklerini. Bununla birlikte yavaşlayalım ve kendimizi bulanlardan oluruz duasıyla. Vesselam.