Gitmek meselesi- Hamdi BAĞCI- Yeni Meram Gazetesi
Dünya çok dinamik, zaten durgunluğu hiç kabul etmiyor, denizler bile dalgalanırlar, saniye durmazlar. Göller de öyledir, hiç durmaz. Çocukken Beyşehir Gölü’nü izlemeyi çok severdim. Hep kenara vurur dururdu su. Bazen o kadar büyük dalgaları olurdu ki şaşırırdım… Zaten göl dursa bataklığa dönüşür.
Hayat bu dinamizmini insandan da bekliyor galiba. Çünkü hep dinamik, hep değişken olmamızı istiyor. Ama insanoğlu gençlik yıllarında, Yaş Destanı’nda dendiği gibi; “On sekizde, hem artırır zarını, On dokuzda, terk eylemiş arını. Yirmisinde, gözdedir şikârını, Zincirlerden kopmuş aslana benzer.” olsa da hayatının tamamında öyle olmuyor. Belirli bir yaşa geldikten sonra biraz dinginlik, biraz rahatlık, biraz da saygı bekliyor.
Neticede; “Kırk yaşında, gazel dökülür bağlar; Kırk beşinde, ettiklerine ağlar; Ellisinde, insanlara bel bağlar; Dağ başına çökmüş dumana benzer.” noktasına geliyor.
Dünya ister de insan veremiyor işte. Her değişim sanki konfor alanımızı daraltıyor. İnsan hafızalı bir varlık ama zamanın hafızası yok, o devran, öğütüyor, inşa ediyor, yeniden öğütüyor, yeniden inşa ediyor. Bu kadar yük bazı dostlarımıza gerçekten çok ağır geliyor.
Şimdi bugünlerde “Konya’dan gitmek” kavramını çok duyuyorum. Kimi para sıkıntısı çekiyor, özellikle takla atmayı bilmeyen, ticaretle uğraşmayan, birçok insanın çok ciddi ekonomik sıkıntı yaşadığını görüyorum. Ateş yanıyor, duman tütmüyor.
Dertten, halden anlayan kalmadı sanki, bunları anlıyorum. Gördüğüm, konuştuğum, orta yaşın üstü dostlarımızın, özellikle de bir makam ya da mevkide olmayanlarında büyük bir yalnızlık hasıl oldu sanki. Gençler ile 40 yaşını aşmış, 45 yaşını aşmış insanlar arasında çok ciddi bir bağ kopumu sorunu yaşıyor ülkemiz. Bu gençler de muhtemelen acı çekiyorlar, zira onlar da gün sonunda yalnızlığa terkediliyor.
İnsanlar manevi olandan uzaklaştı. Dindar gibi görünenler de toplumun genelinden kopuk kaldı. Bir de buna adil olamayan, torpil ile işi yürüten, kendi çevresindekileri düşünen, başkalarını önemsemeyen, ahlaki zafiyetleri olan ve kendini dindar olarak ifade eden insanlar eklenince özellikle sosyal medyadan beslenen, kültürün ezici taassubunun dışında kalan gençlerle bir üst neslin arası kopmuş oldu. Tabi bu duruma bir de pandemi süreci eklenince, sonuç bugün büyüklerini anlamayan nesillerin, gençlerinden kopuk yetişkinlerin adeta zombiliğinin hâkim olduğu bir sosyal yapı oluşmuş oldu.
Ekonomik olarak da Türkiye’nin şartları belli, emekli sürünüyor zaten, gençlerin ekranlardan gördüğü ile gerçekliği arasındaki uçurum, onlarda büyük travmalar oluşturuyor, yetişkinlerin ise bu şartlarda insanın evine karşı sorumluluğunu yerine getirmesi bile mümkün değil. Aileler ekonomik sorunların ağır yükü ile mücadele ediyorlar. Ahlaklı, işinde gücünde olan insanlar hayatla, ev kirasıyla, hatta gündelik giderlerle bile başa çıkamıyor. Ve sonuçta eğer Şam’a Büyükelçilik açılmasına da sevinemiyorsanız, yandı gülüm keten helva.
Bütün bu sıkıntıların ve belki de ifade etmeye bile mecalimizin olmadığı onlarca sıkıntıya rağmen gitmeyin dostlar. Gitmek istemeyin. Kendini çok yalnız hisseden dostlarımıza acizane, içimizi genişletmeyi öneriyorum. Kendinize dertlerinizi anlatabileceğiniz dostlar bulun. Dünyayı da ahireti de perişan etme noktasına gelinmesin.
Kötülük bitmedi. Kötüler bitmedi. Ve her iyinin de bunda sorumluluğu var. Çağı okuyamadı iyi insanlar. Bir canavar yarattı bu vurdumduymazlıkta. Şimdi bu canavar herkese her iyi insana acı veriyor bir şekilde. Ama yine de kimseyi suçlamaya gerek yok. Yalnızlığımızın sorumlusu bu şehir değil. Bunu unutmayalım. Şimdi bir şekilde tekrar imarı mümkün mü bu çağın bilmiyorum ama ona bakalım.
Şunu da unutmayın, kimse kimsenin derdinden anlamaz, öyle ise kendinizi anlayın, kendinizin hekimi olun. Dokunun insanlara, samimiyetle dokunun. Konuşun gençlerle, umut kesmeyin. Hasbiliği kuşanın Allah’ın Resulü ne yapmışsa onu yapın. Güzeli hakikati anlatın insanlara. Azla mutlu olun. İyi olun. Kendinizi keşfedin. Tat alın dünyadan, insanlardan. Gülün, yüzünüz güldükçe gönlünüz de gülecek. Çiçekleri koklamayı öğrenin, insanları seyretmeyi, tefekkür etmeyi, yorulduğunuzda da yeniden başlamayı öğrenin, yaşamayı, yalnız da yaşamayı, dünyada etkili olmadan da yaşamayı öğrenin, Allah deyin, Allah dedikçe genişler gönlünüz, gönlünüz genişledikçe yeni bir yaşam alanına dönüşsün dünya. Sarılınması gereken hakikat bu. Yalnızlığı dertleştirmeye, kronik bir hastalık haline getirmeye gerek yok. Allah var keder yok. Daha fazla Allah demeliyiz, ben inanıyorum ki içimiz genişleyecek. Biz dünyaya ayak uyduramayız, dünya dönecek, ırmaklar akacak, göller, denizler dalgalanacak, gelimli gidimli dünyada gelenler kadar gidenler olacak, şehirleri yapacaklar, sonra yıkacaklar, sonra bir nesil gelecek, yıkanlara küfredecek, yıkılmaması gerektiğini anlatarak o da yıkacak, o yıkan da kendine göre yapacak. Dünyalar değişecek, şehirler değişecek, yollar, değişecek. Ama insanın hakikati de bu dünyaya geliş nedeni de gideceği yer de hesap vereceği gerçekliği de değişmeyecek.
Allah bize acısın, kaldıramayacağımız, hayatı tamamen anlamsızlaştıran dertler vermesin. Unutmayın, kimse bizden daha değerli değil, gitmeyin, giden ardından sadece acı bırakıyor, hem de izahı mümkün olmayan bir acı…