DİĞER KATEGORİLER

GERÇEKLERİN PAHA BİÇİLEMEZ AĞIRLIĞI…

GERÇEKLERİN PAHA BİÇİLEMEZ AĞIRLIĞI…- Armağan GÜLEÇ KORUMAZ- Yeni Meram Gazetesi

İSLAM OYUNLARI 6

Fiziksel olarak bir yerlerde enkaz olsa da psikolojik olarak milletçe enkaz altındayız. Üzerimizdeki ağırlık ve toz bulutu hareket etmemizi engeller ve hayati fonksiyonlarımızı yavaşlatır durumda. Her şeyin anlamını yitirdiği, sürekli sorguladığımız, hiçbir şeyden zevk almadığımız, kendimizle yaptığımız vicdan muhasebesinden bir türlü çıkamadığımız, boğazımızın düğümlendiği, nutkumuzun tutulduğu tarihe geçecek bu renksiz günleri yaşamaya çalışıyoruz bir şekilde. Peki bizi bu kadar mutsuz eden bu sistemi nasıl kurduğumuza dair kendimizle yüzleşecek cesaretimiz var mı?

SİSTEMİ EL BİRLİĞİYLE BİZ KURDUK

Önce tarla olan ama yakın zamanda imara açılacak arsayı ucuza aldık. Sonra bir mimar bulduk. Ona kaç daire sığdırması gerektiğini anlattık. Sonra çizdiğini beğenmedik ama taslağını aldık, elden ele dolaştırdık. En çok daire çizen mimarı, bunu yapan müteahhitti çok sevdik. Mimarın emeğinin karşılığını çok bulduk, vermedik. “İki çizgiye bu kadar para fazla, bunu ben de çizerim” dedik. İyi statik hesabı yapan mühendisi bizi zarara sokuyor diye değiştirdik. Zemin etüdü raporu istediğimiz gibi gelmedi diye sinirlendik. Belediyede projemiz onaylanmıyor ya da istediğimiz gibi olmuyor diye tüm bürokrasiyi seferber ettik. “Olmaz, riskli” dediler yine de içinde oturmak için inat ettik, “güçlendirdik” dedik. Tüm afları dört gözle bekledik. Nasıl en iyi şekilde yararlanırız diye türlü türlü yol denedik. Evimizin olduğu yere kentsel dönüşüm gelsin diye dedemizden kalma evi kendi elimizle yaktık. Komşumuzun parseline daha çok daire düştü diye gözümüzü oraya diktik. Bizde de olsun diye çalmadık kapı bırakmadık. Makyajlı binalara bayıldık, akıllı evler aklımızı aldı. Ama bu aşamaların hiç birinde niteliği sormadık, kaliteyi talep etmedik. Gerçekleri de doğruları da halı altına süpürdük. Günü kurtarmayı, edeceğimizi karı düşündük, mutlu olduk. O halı altına süpürdüklerimiz şimdi toz bulutu halinde bizi boğdu. Kimilerimizin canını aldı, kalanlara ise nefesi zor aldırıyor.

SUÇLU ARAMAK MI ÇÖZÜMÜN PARÇASI OLMAK MI?

Hataları kabul etme cesareti olmayanlar sürekli suçlu arar. Krizi yönetebilen ve hatalarını kabul edebilen insan sayısı oldukça azdır. Genelde başımıza bir felaket geldiğinde hemen karşı tarafı suçlarız. Yemeğin altı yansa, ocak suçludur bizde. Çay iyi demlenmediyse suç sudadır. Elini tuttuğumuz çocuk düşse suçlu yine çocuktur. Şimdi ortada büyük bir felaket var ama biz hiç suçlu değiliz. Zamanında el üstünde tuttuğumuz müteahhit suçlu. Çizmeyi bir türlü beceremeyen mimar suçlu. Hesabı, kontrolü doğru yapamayan mühendis suçlu. Kolonu kesen biz suçlu değiliz. Elde edeceğimiz karı, rantı düşünen, ısrar eden biz elbette suçlu değiliz. Peki bu cevaplarla ne kadar samimiyiz? Bütün bu olanların bir yerlerinde, bir aşamasında, bir şekilde olduğumuzu kabul etmek neden bu kadar zor? Şimdi birkaç müteahhitin tutuklanmasıyla mı vicdanlarımızı rahatlatıyoruz? Teknik anlamda ve uygulamada eksiklerimiz var. Onlara bir sonraki yazımda değineceğim ama önce dürüst olalım. Tüm bu olanlardan sadece toplumun teknik ve okumuş zümresi mimar ve mühendisler mi suçlu? Suçlu aramak ya da birini suçlamak iş üretmemenin en kolay ve en kestirme yoludur. Sorunu içselleştirip dert edinenler çözüm üretmeye odaklanır. Şimdi hepimizi dert edinmeye ve çözüm üretmeye davet ediyorum. Bu enkazın arkasındaki korkunç tabloda yitirdiğimiz insan olma temel özellikleri de var.

HERKES YETERİ KADAR MİMAR VE MÜHENDİS OLDUYSA BİRAZ DA İŞİNİ İYİ YAPMAKTAN BAHSEDELİM

Her deprem sonrası olduğumuz gibi yine hepimiz yeteri kadar mimar ve mühendis olduk. İşin uzmanları vardı elbette ama olsun. Bizim de fikrimiz vardı. Uzmanlara sormadan, danışmadan hep konuştuk. Tasarım nasıl olmalı, planlama nasıl olmalı, strüktür nasıl çözülmeli konuştuk, kabul ettik. Bir şeyi daha kabul edelim cehalet, etik, ahlak, insanlık bu enkazın altında kaldı. Tüm hırslarımız bize kafa tuttu ve karşımıza dikildi. Gördüklerimiz karşısında yüreğimiz neredeyse gözümüzden akıyor. Sahnenin ürpertici ve bir o kadar da heybetli duruşu karşısında eziliyoruz. Bu bizi yeteri kadar berduşluk ve acizlik ahvaline sokmadı mı? Bu durumda bir de normalleşmenin şartlarını konuşuyoruz. Öyle hemen normalleşilmiyor. Cenaze evinde yedisi çıkana kadar gülmeyen, kırkı çıkana kadar müzik dinlemeyen bir kültürden gelmiyor muyuz biz? Başkasının yanında paylaşılamayacak tekil bir yiyeceğin yenmemesi gerektiği öğretilmedi mi bize? Biri üzgünken gülünmeyeceği tembihlenmedi mi? Yeniden öğretilmeli tüm bunlar. Hem de okul öncesi eğitimden hayat boyu eğitime kadar. Yeniden öğretilmeli: Bir taziye nasıl iletilir? Acı nasıl paylaşılır? Üzgün olan bir insana nasıl bir dil kullanılır? Rencide etmeden nasıl yardım edilir? Son yıllarda kaybettiğimiz edep, adap, usul, görgü, nezaket ve en önemlisi empati yeniden öğretilmeli. İçinde bulunduğumuz her alandaki kontrolsüz deformasyon bizi rahatsız etmiyorsa durum daha tehlikeli demektir. Bir ülkeye hizmet etmenin en iyi yolu işini iyi yapmaktır. İşimiz ne olursa olsun iyi yapacağız. En iyisini yapmak için sürekli bir çaba içerisinde olacağız. İşimizi iyi yapamıyorsak onu da iyi yapmayı öğreneceğiz.

EĞİTİMİN MESAFESİ DEĞİL İÇERİĞİ TARTIŞILMALI

Uygulamalı eğitimlerin uzaktan olamayacağı konusunda herkes hem fikir. Uzaktan eğitimin verimsizliğini pandemi döneminde yeterince tecrübe ettik. Özellikle mimarlık ve mühendislik dallarında uygulama büyük önem arz ediyor. Bütün bunlara ilave olarak yüz yüze eğitimin bu tür süreçlerde tedavi edici etkisini de kimse inkar edemez. Fakat gün eğitimin biçiminden ziyade içeriğini tartışacağımız gün. Basit bir mantıkla bugün yıkılan binalar yüz yüze eğitimin olduğu dönemlerin binaları değil miydi? Temelde öğretme ve öğrenme şeklinde sorunumuz var. Mimarlık ve mühendislik eğitimindeki içerikleri, yöntemleri, uygulamaları, süreleri yeniden gözden geçirmeye ihtiyacımız var. Mezuniyet sonrası mesleki yetkinlik, imza yetkisi, meslekte özel uzmanlık alanlarını tanımlamamız ve uygulamamız gerekiyor. Sınırsız metrekarelere mezun olur olmaz imza atma yetkisi, gidilmeyen görülmeyen şantiyelerin şefliklerine imza atma yetkisi derhal kaldırılmalı. Devlet kontrolünde denetimler arttırılmalı. Cezalar ağırlaştırılmalı. Mezuniyet sonrası zorunlu staj dönemleri, düzenli eğitimler ve uygulamalar, mesleki yetkinlik belgelerinin denetimi ve kontrolleri zorunlu hale gelmeli. Afet yönetimi başlığı altında ilgili dersler ve deprem dersleri bugün için sadece belirli üniversitelerde ve seçmeli olarak var. Artık bu derslerin zorunlu hale gelmesi ve belirli periyotlarda uygulamalı tatbikatlar yapılarak anlatılması kaçınılmaz hale geldi.


SINAV KAĞIDINI DEĞERLENDİRME ZAMANI

Bizim zamanımızda öğretmenlerimizin yaptığı bir uygulama vardı. Önce test olurduk. Sonrasında öğretmenimiz cevap kağıtlarımızı birbirimizin değerlendirmesini isterdi. Cevap kağıtlarında doğrulara artı, yanlışlara eksi koyar, sonrasında doğru ve yanlışları sayardık. Dört yanlış bir doğruyu götürürdü. Arkadaşlarımızın kağıdındaki yanlışlara eksi koymak çok büyük bir zevkti. Ama bazen öğretmenimiz kendi kağıtlarımızı bize verirdi. İtiraf edelim kendi kağıdımızı değerlendirmek en zoruydu. Yandaki arkadaşımıza ya da öğretmenimize mahcup olmamak için cevapları değiştirip eksileri artıya değiştirdiğimiz olurdu. Ama bir şey değişmezdi. Ne kadar silersek silelim, yanlış cevabın izi kalırdı kağıtta. Artık geride iz bırakmadan tüm artıları ve eksileri sayma zamanı. Ama öncesinde hepimiz bundan sonra kendimizi kandırmayacağımıza ve işimizi kurallarına göre yapacağımıza söz vereceğiz. Daha fazla üzülmeden…daha fazla kahrolmadan.

Hayatın boğazımızdan zorla geçtiği günler yaşıyoruz. Ama geleceğimizi yeniden inşa edebilmek için, kendi kurduğumuz sistemi değiştirmek için gücümüz de, bilgimiz de, yeteneğimiz de var. Gerisi için emeğimizi esirgemeden, var gücümüzle, yeniden, yılmadan çalışacak ve bilimin ışığında işimizi en iyi şekilde yapacağız. “Dert insana yol gösterir” miş. Bu dert de bize bir kez daha doğru yolu gösterecek.