Emperyalizmin İslâm Dünyasına Yeni Savaş Planı: KUDÜS (3)-Hüseyin TOPTAŞ- Yeni Meram Gazetesi
Osmanlı’nın Kudüs’e verdiği önem
“Kudüs’teki Osmanlı yönetimi, 1831-1840 yıllarında gerçekleşen Kavalalı Mehmed Ali Paşa dönemi hariç Aralık 1917’ye kadar yaklaşık dört asır devam etti.
Osmanlı Devleti, Kudüs’ü yönetimi altına aldıktan kısa bir süre sonra ona atfettiği özel önemi gösterir icraatlara başladı. Özellikle Kanûnî Sultan Süleyman döneminde büyük imar faaliyetleri gerçekleştirildi. Kubbetü’s-sahre’nin restorasyonuyla başlayan çalışmalar bugün hâlâ ayakta olan surların inşasıyla sürdü. Yapımı beş yılda tamamlanan, uzunluğu 3 kilometreyi, yüksekliği 12 metreyi aşan surların otuz dört kulesi ve yedi kapısı vardır ve bunların altısının üzerlerinde yapım tarihlerini gösteren kitâbeleri bulunmaktadır. Sultan Süleyman’ın diğer önemli projesi Beytülahm ve Halîlürrahmân’dan Kudüs’e su getiren kanalların tamiri, şehir suyunun dağıtımının yapıldığı havuzların yenilenmesinin yanı sıra beşi sur içinde olmak üzere altı çeşmenin inşası olmuştur. Padişahın hanımı Hürrem Sultan’ın 1551’de yaptırdığı külliye de Kudüs’ün en önemli hayır kuruluşlarındandır. Cami, medrese, han, ribât ve imaretten oluşan külliye Kudüs’teki Osmanlı eserlerinin önde gelenlerindendir. Günümüzde bakımsız bir vaziyette ayakta olan imarette yüzlerce misafir, sûfî, medrese öğrencisi ve fakire yemek dağıtılmıştır. Külliyenin masraflarının karşılanması için büyük bir vakıf kuran Hürrem Sultan, Suriye ve Filistin’de özellikle Remle civarında birçok köy ve geniş araziyi bu vakfa tahsis ettirmiştir. Onun 1558’de ölümünden sonra Sultan Süleyman, Sayda civarında dört köyün arazisini daha bu vakfa ilâve etmiştir.
Yahudi göç dalgası Kudüs’ün nüfus yapısını değiştirdi
XIX. yüzyılın ikinci yarısında da Avrupa kökenli kültürel, dinî, siyasî kuruluşlar Kudüs’teki yatırımlarını arttırarak sürdürdüler. Avrupa devletleri bir taraftan azınlıklar lehine baskılarını arttırırken diğer taraftan kendi aralarında nüfuz mücadelesine giriştiler. İngiltere, bilhassa yahudilerin hâmiliğini üstlenmeye çalıştığı gibi Kudüs ve çevresinde bir Protestan hıristiyan nüfusu oluşturdu; Fransızlar Katolik cemaat, Ruslar da Ortodoks gruplar üzerinde etkilerini yoğunlaştırdı. 1870’lerden sonra yahudi göçünün giderek artması, 1882 ve 1905’te iki büyük yahudi göç dalgası Kudüs’ün nüfus yapısını değiştirmeye başladı. Bu gelişmelere paralel olarak XIX. yüzyılın ikinci yarısında özellikle dış kaynaklı yatırımlar şehrin yapılaşmasını sur dışına taşırdı. Yahudiler eski şehrin kuzeybatı ve kuzeydoğusunda, Araplar ise şehrin kuzey ve doğusuna doğru yeni yerleşim birimleri kurdular; sur dışında âdeta yeni bir şehir oluştu.
Osmanlı Devleti, Kudüs’ü birçok yönden derinden etkileyecek olan bu gelişmelere karşı bir taraftan Avrupa’nın müdahalelerini sınırlandırmaya, diğer taraftan da Kudüs şehrini modernleştirmeye çalıştı.
Siyasî alanda son dönemin en önemli problemi yasa dışı yahudi göçü idi. Osmanlı Devleti, yahudi göçünü ve yahudilere toprak satışını engelleme girişimleri çerçevesinde birçok tedbir almasına rağmen mahallî ve milletlerarası kaynaklı sebeplerden dolayı tam anlamıyla başarılı olamadı. Özellikle II. Abdülhamid döneminde siyonizm ve Filistin’e yahudi göçüne karşı yoğun çabalar sarfedildi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle Kudüs’ün geleceği de köklü değişikliklere mâruz kaldı.” (2)
Kudüs’ün Osmanlı’nın elinden çıkması Batı dünyasında bayram olarak kutlanmıştır
9 Aralık 1917 Kudüs’ün elimizden çıktığı tarihtir. Bu tarihte İngiliz kuvvetleri komutanı Allenby’e Kudüs teslim edilmiştir. Kudüs’ün elimizden çıkması beraber ittifak ettiğimiz Almanya, Avusturya dahil Hristiyan dünyasında büyük sevinç yaşanmasına sebep olmuş ve Kudüs’ün Osmanlı’nın elinden alınışını kiliselerde çanlar çalarak büyük bir coşku ile bayram havasında kutlamışlardır.
Bir çıbanbaşı olarak bölgeye yerleşen Yahudiler, ABD Başkanı Harry Truman’ın 1947 yılında son aşamaya getirdiği planları ve diğer ülkelerin de desteği ile 1948 yılında Filistin toprakları üzerinde İsrail Devletini kurmuşlardır. Türkiye, kurulan İsrail devletini 1949 yılında resmen tanımıştır.
Yahudilerin bölgeye yerleşmesi ve bölgedeki Arapların da paraya tamahları ile topraklarını yüksek fiyatlarla Yahudilere satmaları neticesinde topraklarını genişleten Yahudiler, uyguladıkları terör eylemleri ve genişleme politikaları ile Filistin’de kısa zamanda büyük bir toprak parçasının sahibi olmuşlardır.
Filistin üzerinde kurulan Yahudi devletine karşı zamanında gerekli tepkileri ve siyasi mücadeleleri yapmayanlar, Yahudi yayılmacılığı karşısında teşkilatsız ve ferdi tepkilerle karşı koymaya çalışmışlardır. Teşkilatlı olan azınlık güçler teşkilatsız olan kalabalıklara her zaman galip geleceğinden maalesef Müslümanların haklı davası olan Filistin, haktan ve hukuktan uzak, basiretsiz ve liyakatsiz liderlerin sayesinde gönül coğrafyamızın kanayan yarası olmuştur.
İslam ülkeleri İsrail’e karşı birlik olamadıkları gibi kendi aralarında yıllar süren savaşlar ve BOP sonrası Arap baharı ile gelişen olaylar birçok ülkede iç savaş ve iktidar değişikliklerine sahne olmuştur. Bilerek veya bilmeyerek emperyalizmin hedefleri doğrultusunda hareket edenler Müslümanların yaşadıkları coğrafyaya ihanet etmişlerdir. Emperyalist ülkelerin Ortadoğu coğrafyasına asker ve silahları ile yerleşmelerinin zeminini hazırlamışlardır. Ortadoğu’da barış sağlansa dahi bölgeye yerleşen ve üslerini kuran ne ABD’yi ne de Rusya’yı bölgeden çıkarmak mümkün olacaktır.
İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü İslam Zirvesi Konferansında alınan kararlar son derece doğrudur. Kararların kâğıt üzerinde kalmaması ve uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir. Karara imza koyanların samimi olduklarını göstermeleri için en kısa zamanda elçiliklerini Kudüs’e aktarmaları gerekir.
Kudüs yalnız Müslümanları değil diğer dinlere mensup olanları da yakından ilgilendirdiğinden diplomatik temaslarla Kudüs için daha geniş katılımlı diplomatik bir toplantı gerçekleştirilmelidir. Emrivakilerle Kudüs üzerinde hak gaspı yapanlara karşı birlikte caydırıcı tedbirler ve yaptırımlar için kararlar alınmalıdır.
İsrail’i muhtemel bir füze saldırısından korumak için Kürecik’e kurulan Üs biran önce kapatılmalı, İsrail ile birlikte yapılacak olan işbirlikleri askıya alınmalıdır.
Kudüs ele alınırken Doğu Kudüs- Batı Kudüs ayırımı yapılmadan, Kudüs bir bütün olarak ele alınmalıdır.
Müslüman ülkeler arasında yaşanan ihtilafların çözümü ve bölgede barışın sağlanması konusunda Rabbimizin emirleri dikkate alınarak, İslam ülkeleri kendi aralarında sulhü sağlayacak bir yapı oluşturmalıdır.
Güçlü olursak tepkilerimiz ve davetlerimiz ciddiye alınır. Haklıyız diyerek meydanlarda yaptığımız hamasi konuşmalarla ancak kendi kamuoylarımızın duygularını tatmin etmiş oluruz. Güçlü olmak için ekonomik imkanlar bölgede fazlası ile mevcut olmasına rağmen kaynaklar maalesef düşman olarak gördüğümüz emperylizmin sermayedarları eline teslim edilmiştir. Eğitimden başlayarak ciddi reformlar yapılmalı, gelişmenin önündeki engeller kaldırılmalı, başta savunma harcamaları olmak üzere dışa bağımlı olmaktan kurtaracak yatırımlar yapılmalıdır.
Müslümanlar uyanmalı, dostunu düşmanını iyi tanımalıdır. Ümitsizliğe kapılmak ve düşman propagandaları karşısında mağlubiyeti kabul ederek teslim bayrağını çekmek hiçbir mü’minin anlayış tarzı olamaz. Düşman istediği kadar güçlü olsun, sahip oldukları ideolojiler batıl olduğu için insan fıtratına aykırıdır. Bir gün mutlaka yıkılacak ve tarih olacaktır.
İman et, mücadele et, zafer senindir.
1- Ömer Faruk Harman, İslam Ansiklopedisi, C.26, S. 323- 327
2- Kâmıl Cemîl el-Aselî, İslam Ansiklopedisi, C.26, S. 334- 338