"ELLER NE DER"- Lütfi AYHAN- Yeni Meram Gazetesi
Müslümanlar bu hayatı, Allah'ın, kendilerine ahireti kazanmaları için verdiği bir avans olarak görürler. Bundan dolayı dünya hayatımız pek değerlidir. Bu sebepten aldığımız kararlara, bu kararların sonucunda yaptığımız eylemlere çok çok dikkat etmek zorundayız. Dünyada kararlarımızı etkileyen birçok faktör vardır: Aklımız, nefsimiz, kültürümüz, yaşadığımız çevre, inancımız, çıkarlarımız... Bunların hepsi etkili faktörlerdir. Bunlardan biri de "sosyal çevre" dediğimiz etkendir. Bir şey yapacağımız zaman aklımızla düşünürüz, bilgimizle tartarız, iyi mi kötü mü kıyaslarız. Aldığımız kararı tam eyleme dökeceğimiz vakit önümüze kocaman bir engel çıkar. Bu engel: "eller ne der konu komşu ne söyler" frenidir.
Aldığımız kararlar, uygulamaya koymayı düşündüğümüz eylemler, dinimize, hukuka, akla, çıkarımıza uygun olsa bile sosyal/toplumsal baskı dediğimiz olgu bizi frenler. Bu öyle güçlü bir frendir ki birçok insanın sadece bu fani dünyadaki çıkarlarını değil ebedi alemdeki kazanımlarını da mahveder. Bu söylediklerime eminim sizlerde günlük hayatınızda sıkça rastlarsınız.
Sosyal baskı olgusu sadece fertler üzerinde görülmez, milletlerin, medeniyetlerin üzerinde de görülür. Fakir, zayıf, "ezik milletler" güçlü, baskın kültürlerin baskısı altında kalırlar. Zayıf ve fakir milletler zengin ve güçlü milletleri her alanda taklit ederler. Onlar gibi giyinmeye, onlar gibi konuşmaya, onlar gibi yaşamaya çalışırlar. Çünkü aksi halde "eller ne der" mengenesi devreye girer. Bu gün Afrika'da, Asya'da birçok millet özgün kıyafetini, özgün geleneklerini bırakarak batılılar gibi giyinmeye, konuşmaya, yemeye, davranmaya çalışır. Çünkü aksi halde " dünya ne der?" Cenderesi sahne alır.
Bu baskı öyle bir güce sahiptirki insanların, sadece bu dünyalarını değil (Allah korusun) ahiretlerini de kaybettirir. Buna tarihte birçok örnek vardır ama benim örneğim hepimizin bildiği bir misal: Peygamberimizin amcası Ebu Tâlip. Ebu Tâlip peygamberimiz için elinden gelen her şeyi (ister akrabalık kaygısı ile, ister kabilecilik ruhu ile) yapmış, yeğenini Mekke'nin ileri gelenlerine karşı tüm riskleri göze alarak korumuş bir insandır. O'nun bu iyiliklerine karşılık peygamberimiz hem akrabalık hassasiyetiyle hem de Peygamberlik hassasiyetiyle amcasının Müslüman olmasını çok istemiştir: "Amca ne olur ölümün esiğindesin. lailahe illallah de. Böylece ebedi hayatta cehennemden kurtul, cennete gir " demesine rağmen O iyiliksever amca, yukarıda söylediğimiz etkinin tesiriyle maalesef bu hayatın en anlamlı, en faydalı, en kazançlı sözünü( Kelime-i Şehadeti) söylemekten imtina etmiştir. O şöyle demiştir: " eğer Mekkeli Kadınlar Ebu Tâlip ölümden korktu da "la ilahe illallah" dedi diyeceklerini bilmesem onu söylerdim" Baskının büyüklüğünü görüyor musunuz ? Sırf ( hayatında bile değil ölümünden sonrasında ) Ebu Tâlip kendisine başkalarının ne diyeceğinin etkisiyle la ilahe illallah demekten vazgeçmiş, böylece sonsuz hayattaki cenneti kaybetmiştir.
Bize düşen görev ise tam bir cesaretle ve inançla düğün de dernekte, bayramda seyranda, evde sokakta, "eller ne derse desin önemli olan Allah ne der" diyerek, "Eller ne der" mezhebinin etkisinden kurtulup ebedî saadeti kazanmaktır.