2010'da yüksek teknoloji ihracatı 1,9 milyar dolar olan ülkemiz 140 ülke arasında 42’nci sıradayken 2023’te bu alandaki performansını 8,5 milyar dolara yükselterek 35’inci sıraya yükseldi.
SER Danışmanlık Genel Müdürü Dr. Ömer Özdinç, dünyada teknolojik gelişmeler üzerine yaşanan rekabeti ve Türkiye’nin bu alandaki konumunu AA Analiz için kaleme aldı.
Geçen haftalarda Çinli bir yapay zeka şirketi yeni büyük dil modeli DeepSeek R-1'i pazara sundu ve teknoloji dünyası bu haberle çalkalandı. Birkaç hafta içinde 10 milyonlarca kişi tarafından kullanılmaya başlanan bu yazılım, muadillerine göre çok daha az çiple geliştirilmişti. Bu gelişme ChatGPT'nin yaygınlaşmasına müteakip son bir yıldır, yapay zekanın gelişiminin önündeki en büyük engel olarak konuşulan çip ihtiyacının aslında o kadar da büyük olmayabileceğini göstermiş oldu. Esas ses getiren gelişme ise bu yeniliğin kendisi değil, Çin’de ortaya çıkmasıydı. Çin’in bugünün derin teknoloji (Deep Tech) alanlarından birinde beklenenden çok daha kısa sürede bir adım öne geçmesi birçok kişiyi şaşırttı.
Dünyada yeniden teknolojik rekabet rüzgarları
2. Dünya Savaşı sırasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Almanya arasında, Soğuk Savaş esnasında ise Rusya ve ABD arasında cereyan eden teknoloji rekabetinin rüzgarını bugün yine hissediyoruz. Bu sefer cephenin bir tarafında Çin diğer tarafında ise başta ABD olmak üzere teknoloji geliştiren Batılı ülkeler yer alıyor. Eski zamanlarda yarışın şiddeti daha ziyade askeri sahada hissedilir, diğer etkilerin hissedilmesi ise daha uzun zaman alırdı. Oysa bugünkü yarışın ekonomik ve toplumsal yansıması çok daha hızlı oluyor. Örneğin, DeepSeek R-1’in duyurulmasının üzerinden henüz birkaç gün geçmemişti ki geçtiğimiz yıl yapay zekanın büyük donanım kaynakları gerektireceği varsayımı sebebiyle piyasa değeri oldukça fazla yükselen donanım tedarikçisi ABD’li Nvidia şirketinin hisse senetleri 500 milyar dolar değer kaybıyla tarihin en büyük günlük düşüşünü yaşadı.
Yapay zeka sahası, bu yıkıcı rekabetin görüldüğü tek yer değil. Bugün elektrikli araçlarla ilgili başta batarya ve otomotiv elektroniği konusunda yaşanan gelişmeler Alman otomotiv endüstrisinin geleceğini tehdit etmeye başladı. Bu yarışın bir diğer yansımasını da kendi hayatımızda gözlemledik. 2000'li yıllardan itibaren mobil teknoloji piyasasında yaşanan sert dönüşüm hem gündelik alışkanlıklarımızı derinden etkiledi hem de farklı ülkelerin teknoloji ihracatında büyük dalgalanmalara sebep oldu. Örneğin, 2007'de cep telefonu pazarının en büyük oyuncusu Nokia'ya ev sahipliği yapan Finlandiya o yıl 15 milyar dolarlık performansla dünyadaki 24'üncü yüksek teknoloji ihracatçısıyken mobil teknoloji piyasasındaki değişimler sebebiyle bugün 5 milyar dolarla 39'uncu sırada yer alıyor.
Yukarıdaki örnekleri çoğaltmak mümkün ancak tüm bu gelişmelerin bizi karşı karşıya bıraktığı şey nitelikli teknolojinin şu an tarih sahnesinde ekonomik, siyasi ve toplumsal gelişmelerin en belirleyici aktörlerinden biri haline geldiği gerçeğidir. Nitelikli teknoloji geliştirmenin yolu da araştırma ve geliştirme (AR-GE) ve inovasyondan geçer. AR-GE ve inovasyonu ayrı ayrı zikretmemizin gerekçesi ise şudur. AR-GE teknoloji geliştirmeyle ilgili faaliyetleri kapsarken; inovasyon gerek AR-GE gerek farklı girişimler sonucunda ortaya çıkan yeniliklerin ticari başarıya dönüşmesini ifade etmektedir.
Ülkeler bu sebeple AR-GE ve inovasyon kapasitesini artırmaya yönelik politikalarını ekonominin merkezinde konumlandırıyor. Bunun için müstakil bakanlıklar ve üst düzey kurumlar ihdas ediliyor, strateji belgeleri yayımlanıyor ve uluslararası işbirlikleri kuruluyor. Bu kapsamda, Avrupa Birliği (AB) Çerçeve Programları gibi büyük ölçekli destek programları organize ediliyor. En önemlisi de ülkeler bu tür faaliyetlerin esas kaynağı konumundaki beşeri sermayeyi kapmak için birbirleriyle kıyasıya yarışıyor.
Türkiye’nin teknoloji ihracat yolculuğu
Peki bu yarışta Türkiye’nin yeri neresi? Bilindiği gibi döviz açığı ülkemizin Osmanlı Devleti'nden itibaren devam eden en büyük iktisadi sorunlarından biridir. Bu açığın başlıca sebepleri enerjide ve belirli ürünlerde dışa bağımlılıktır. Bu sorun için yazılan reçetelerin satırları yüz yıldan fazla zamandır pek değişmedi. Nitelikli imalat yapmak ve bu ürünleri ihraç etmek yaşadığımız sorunun çözümüdür. Ülkemiz bu sayede döviz açığını kapatarak istikrarlı bir para birimine kavuşabilir ve teknolojide dışa bağımlı olmayan, müreffeh bir seviyeye erişebilir.
Bu noktada, günümüze kadar hangi mesafeyi katettiğimizi görebilmek için "nitelikli imalat" alanındaki performansımızı nitelikli teknoloji ihracatını, AR-GE ve inovasyon faaliyetlerimizin izleri üzerinden takip etmeye çalışacağız.[1]
Nitelikli teknoloji ihracatımızın gelişimini 10 yıllık periyotlar halinde incelediğimizde 1990’da 1,8 milyar dolarla 70 ülke içinde 36’ncı sırada yer alan ülkemizin 2000'e gelindiğinde 136 ülke içinde 33’üncü sıraya yerleşerek tutarını 3 kat artırdığı görülüyor. 2010'a gelindiğinde ise Türkiye tutarını 10 yıl öncesine göre 4 kattan fazla artırarak 139 ülke içinde 26'ncı sıraya çıkıyor. Son yılın yani 2022'nin paylaşılan verilerine göre ise Türkiye artık 131 ülke içinde 27’nci sırada. 1990’dan beri büyük ölçekte (>25 milyar dolar) nitelikli teknoloji ihracatı yapan 37 ülke arasında artış oranı bakımından ülkemizin 7’nci sırada olduğunu görüyoruz. 2010’dan sonra son veriye kadarki artış oranında ise Türkiye 10'uncu sırada yer alıyor.
Burada dikkat çeken husus, nitelikli teknoloji ihracatı kaleminde son 10 yıldaki hızlanmamızın yavaşlamış olması. Nitelikli teknoloji bu bağlamda iki sınıfa ayrılıyor. İlaç, elektronik ve havacılık sektörünün oluşturduğu yüksek teknoloji sınıfıyla; otomotiv, makine, elektrikli ev eşyası, kimya gibi sektörlerden oluşan orta yüksek teknoloji sınıfı. Orta yüksek teknoloji ihracatımızın, diğerinin 10 katına yaklaşması sebebiyle buradaki trend bize orta yüksek teknolojideki değişimi daha çok veriyor.
Nitelikli teknoloji içinde yüksek teknolojinin yerine baktığımızda bu sefer başka bir tabloyla karşılaşıyoruz. 2010'da yüksek teknoloji ihracatı 1,9 milyar dolar olan ülkemiz 140 ülke arasında 42’nci sıradayken 2023’te bu alandaki performansını 8,5 milyar dolara yükselterek 35’inci sıraya yükseldi. Bu bağlamda Türkiye, 2010’da kendisinden yukarıda olan Finlandiya, Brezilya, Norveç, Avustralya, Portekiz gibi ülkeleri geçti. Türkiye bu performansıyla 5 milyar dolar üzerinde yüksek teknoloji ihracatı yapan 40 ülke içinde 2010’dan 2023’e en çok artış oranı yakalayan 3’üncü ülke konumunda. Bu artış oranında üstümüzde yer alan iki ülke Hong Kong ve Vietnam iken İrlanda, Hindistan ve Polonya altımızda yer alan ülkeler arasında. Ülkemizin bu alandaki yükselişinin özellikle 2021’den itibaren hızlandığını ve bu yükselişin daha ziyade başta havacılıkta kullanılanlar olmak üzere askeri teknolojilerden kaynaklandığını da not etmekte fayda var. Elektronik ve ilaç sektöründeki artışın da çok geride kalmadığını söyleyebiliriz.
Hem genel anlamda teknoloji ihracatı hem de yüksek teknoloji ihracatındaki uluslararası yarışı özetlersek son yıllarda iki önemli trend olduğunu söylemek mümkün. Bu trendleri Uzakdoğu ve Doğu Avrupa ülkelerinin yükselişi olarak tanımlayabiliriz. Türkiye’nin ise bu havzalar dışında kalan ama onlara yakın artışlar kaydeden dünyadaki birkaç ülkeden biri olduğunu görüyoruz.
AR-GE faaliyetlerinin niceliği ve niteliği
Son yıllarda artış yakalamaya başladığımız yüksek teknoloji ihracatını sürdürülebilir kılmanın yolu AR-GE ve inovasyon faaliyetlerinden geçiyor. Dolayısıyla, bu alandaki gidişatımız büyük önem arz ediyor.
Doğrudan AR-GE faaliyetlerine baktığımızda önemli mesafeler kat edildiğini görmek mümkün. Örneğin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkelerinin geneline bakıldığında araştırmacı istihdamının son 5 yıldaki artış oranında 1'inci olduğumuzu görüyoruz. AR-GE harcamalarının tutarı bazında da benzer bir performans görülebiliyor. Ulusal patent başvurularında da önemli artışlar kaydediyoruz. Yine yazılım, havacılık, elektronik gibi bilgi yoğun sektörlerin istihdamı, cirosu ve ihracatına baktığımızda özellikle son 5-6 yılda büyük sıçramalar gözlemleyebiliyoruz.
Detaylara odaklandığımızda bu sefer açıklarımızı görmeye başlıyor ve önümüzde kat etmemiz gereken daha çok yol olduğunu anlıyoruz. Örneğin, özel sektördeki 200 bin AR-GE personeli içinde doktora mezunlarının sayısı yalnızca 6 binlerde. Oysa sadece son yılda doktoradan mezun olanların sayısı 12 bin civarında. Bu da AR-GE'nin niteliğini artıracak olan üniversite ve sanayi arasındaki geçişkenliğin hala sınırlı olduğuna dair önemli bir gösterge. Yine uluslararası patent sayısının düşüklüğü de küresel çapta yenilik üretmek ve farklılaşmak konusunda hala istediğimiz yerde olmadığımızı gösteriyor.
Birkaç firmaya yapılan yatırımları dışarıda bırakırsak girişim sermayesi pazarının henüz 1 milyar doların altında olması eksiklerimizin başka bir boyutuna daha işaret ediyor. Yine yazılım sektöründeki büyümenin içinde derin teknoloji (Deep Tech) faaliyetlerinin sınırlı kaldığını elimizde net veriler olmasa da sektör bilgisinden gözlemlemek mümkün.
Yukarıda sıralanan ümit verici gelişmeleri ne kadar güçlü taraflarımız olarak görüyorsak gelişime açık alanlarımıza da o ölçüde eğilmemiz ve stratejik bir akılla buralara odaklanmamız gerekiyor. 2010'a kadar daha ziyade orta yüksek teknolojide sergilediğimiz büyümenin birçoğunun uluslararası rakiplerden kaynaklanan sebeplerle yavaşladığı bir dönemde yüksek teknolojide ve yazılımda son yıllarda yakaladığımız ivmeyi sürdürebilmek için çok hızlı bir şekilde kurumsal kapasitemizde önemli iyileşmeler sağlamamız gerekiyor. Başta entelektüel sermayenin farklı katmanlarıyla geliştirilmesi olmak üzere gerekenleri yaptığımız takdirde bizden çıkacak nice DeepSeek'ler sırasını bekliyor!