DOĞMADAN KESİLMİŞ BİLETLERİMİZ-Lütfi AYHAN-Yeni Meram Gazetesi
(Her gün Türkiye'den -takriben- bin 500, dünyadan ise 140 bine yakın kişi "Meçhule giden gemilerle" ayrılıyorlar.) Gençliğimizde dinlediğimiz arabesk şarkılardan biri de; "ben doğarken ölmüşüm" adlı parça idi. Güftesi biraz isyan kokan bu parça da, hakikatin bir kısmı dillendiriliyordu. Gerçek daha fazla idi;
Daha doğmadan kesilmiş biletlerimiz.
Günü geldiğinde "Meçhule giden bir gemiye" bineceğiz hepimiz.
Yılı, ayı, günü, saati, dakikası, saniyesi bellidir bu biletin,
Lakin çoğumuz maalesef bu gerçeğe biganeyiz
Bu hakikati ya bilmeyiz
Ya da en büyük bu gerçeğe karşı kütük gibi gafiliz.
Halbuki gün gibi aşikâr ki doğan ölür,
Açan solar, gelen gider, giden gelmez
Her gün yaşarız bu gerçeği
Fakat nefsimiz bir türlü kabul etmez.
Şairin meçhul dediğine bakmayın siz,
Biz müminler o yurdun adını ezbere biliriz..
Gidilen o yurda biz, ebedi âlem deriz.
Şair için "meçhul" olan o yerler,
Müminler için çok bilindik yerlerdir:
Gidilecek ve ebediyen kalınacak o menzilin adı: Ahiret Yurdudur.
Ahiret / Ukba bizim için pek bilinen bir ata yurdudur.
Kur'an'da 140 kez zikredilen bir yer elbette bizim için malumdur.
Ahiret, "öteki dünyanın" diğer adıdır.
Ölümle başlayan sonsuz yolculuğun son durağıdır.
Tüm insanlara dünyadaki söz ve eylemlerinin hesabının sorulacağı ve neticeye göre karşılık bulacağı diyarın lakabıdır. Âdemoğullarının ebedi vatana doğru yola çıkışlarını büyük şairimiz Yahya Kemal, "Sessiz Gemi" adlı şiirinde şöyle anlatır:
"Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden."
O böyle karamsar mısralar yazarken "tasavvufla dirilen" Üstad, (N.F.Kısakürek) İse bu konuda şu mısraları haykırmış:
"Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!
Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta...
Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta.
Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut !
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut..."!
Yunus Emre'miz ise dünya ile ahiret arasındaki durak olan kabristanı şöyle anlatmış:
Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Kiminin başında biter ağaçlar
Kiminin başında sararır otlar
Kimi masum kimi güzel yiğitler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Yunus derki gör taktirin işleri
Dökülmüştür kirpikleri kaşları
Başları ucunda hece taşları
Ne söylerler ne bir haber verirler..."
Ve hemşerimiz Mevlana Celalettin Rumi bu büyük gerçeği şöyle dile getirmiş.
"Öldüğümde tabutum geçerken bu yollardan,
Sanmayın ki içimde bir dert kalır bu dünyadan.
Cenazemi görünce bahsetme ayrılıktan,
Ben asıl yaşamaya başlarım öldüğüm an.
Hangi tohum düştü de yeşermedi toprakta?
Kurtul şüphelerinden insan da bir tohum ya.
Hangi kova daldı da dolu çıkmadı sudan,
Can Yusuf ne diye feryat etsin kuyudan?"
Hepimiz o meşhur meçhule doğru yıl yıl, ay ay gün gün yaklaşmaktayız. Ve nihayet bir gün,
"Gel Muştusu Erişince Cana"
"Uzatırlar bizleri de boylu boyunca Musalla taşına...
Ve bir de taş dikilir mezarımızın başına:
O'nun üstüne de sadece
Bir isim, bir tarih, bir Fatiha Ve bir de Hüvel Baki yazılır.
Ömür bitmiş, hayat perdesi inmiş, dünya denilen rüya tamamlanmıştır.