DENGE (2)- Abdurrahman KUTLU- Yeni Meram Gazetesi
Diyanetin kürsüden faiz haram demesi ile iş bitmiyor. Böyle önemli söylemlerin herzaman toplumdaki karşılığına ve toplumdaki ekonomik ve sosyal yansımalarının bilimsel metodlarla ölçülmesine ve takibine ihtiyaç vardır. Aksi halde verilen emeklerin, harcanan zamanın boşa gitme ihtimali vardır.
Haram olan devletin belirlediği ve kendi kontrolünde olan faiz ise, devletin kendi kurumu (Diyanet) ile çelişkisi ortaya çıkar. Yok eğer dini literatürde cahiliye ribası (tefecilik) olarak adlandırılan faiz kastediliyorsa, bunun topluma açıklanmasına ihtiyaç vardır.
90’lı yıllarda faizden kaçınan bazı insanlarımızın tasarrufları, bazı şehirlerimizde kurulan holdinglerde ve şirketlerce kâr paylaşımı altında toplanmış, bir süre kâr adı altında önemli paralar dağıtılmışsa da, zamanla yeni yatırımcıların azalması veya bulunamaması sebebiyle gelen sıcak paranın kesilmesinden sonra, bir çok insan ciddi mağduriyetler yaşamıştır. O zaman en çok mağdur olanlar da yurtdışında yaşayan ve birikimlerini böyle yapılara yatıran insanlarımız olmuştur.
Diğer bir husus, faizden kaçınan küçük tasarruf sahipleri, şimdi enflasyon etkili oluyorsa da, elindeki Türk lirası ile yabancı ülke paralarına (döviz) yönelmektedir. Öyle olunca tasarruflar kendi ekonomimiz içinde değil, yabancı ülke ekonomileri içinde yer almış olmaktadır. Burda esas kazanan kim oluyor? Ülkemizde altın güvenilir bir tasarruf aracı ise de, altın yatırımı paranın ekonomiden çekilmesi olduğu herkesin malumudur. Tasarrufları ekonominin içinde tutmak, ülke ekonomisi için önemli bir husustur.
Enflasyonun %70-80’ler seviyesinde seyrettiği 1996 yılında, REFAH-YOL hükümeti kurulduktan sonra ilk icraatlarından biri; devlet kurumlarının bankalardaki paraları bir havuzda toplanmış, kurumların ihtiyaçları havuzdan harcanmıştı. Havuz uygulamasından önce mevzuat gereği üniversitelerin ödenekleri ve döner sermaye gelirleri bankalarda faiz uygulanmadan tutuluyordu. Havuz uygulamasıyla üniversitelerin paralarına %50 faiz verilmişti. Bu uygulama o zaman bütün üniversitelerde önemli bir rahatlama sağlamıştı.
Sadece bir zamana değil bütün zamanlara hitap eden Yüce Kur’an’da bir devlet idaresi şekli belirtilmediği gibi, bir ekonomik model tanımı da yoktur. Sadece insanların ve toplumların huzuru ve mutluğu için haksız kazanca yer vermeyin, israf içinde bulunmayın, doğru ölçün, doğru tartın, stokçuluk yapmayın, darda olana fırsat tanıyın, kimse haksızlığa uğramasın, sermaye bir kesimde birikmesin gibi evrensel iktisadi mesajlar vermiştir.
Bu evrensel mesajlarları; zamana, şartlarınıza ve ihtiyaçlarınıza göre, oyalanmadan, bir noktaya takılıp kalmadan aklınızı kullanarak, araştırarak, istişare ederek, ehil olanları görevlendirek kendi ekonomi modelinizi oluşturun şeklinde anlamak; Kur’an’ı zamanımıza göre anlamak olacağı kanaatindeyiz.
Ülke ekonomilerinin hızlı bir değişim yaşadığı, kırılgan bir yapı kazandığı ve ülkelerin acımasızca ekonomi yarışı içinde olduğu zamanımızda; İslam dünyasının ekonomi konusunda “ Ekonominin kendi kuralları vardır. Ekonomi zamana göre, bilimsel esaslarda kendi kuralları içinde, devletlerin yetki ve sorumluluğu içinde yürütülmesi gereken bir alandır” şeklinde bir fikir birliğine ve anlayışına ulaşmakta çok geç kaldığı bir gerçektir. Bu gecikmenin sebepleri konusunda çok şeyler söylenebilirse de; bir çok alanda olduğu gibi, bu konu da islamda içtihat kapısının kapanmasının sonuçlarından biri olsa gerek.
İslam çağlara hitap eden, anlaşılması kolay ve sürekli dinamizm içinde olan bir dindir. Yeter ki, Yüce Kur’an’ın emir ve yasakları bilimin ışığında, zamana göre iyi anlaşılsın.