Bugün Şeb-i Arus günü- Hamdi BAĞCI- Yeni Meram Gazetesi
Evet, bugün Şeb-i Arus günü… Konya’nın en önemli gündem maddesi doğal olarak bu… Bugün başka bir konuyu yazmaya elim gitmiyor, gönlüm de gitmiyor. Doğal olarak da bugün, ben de Celâleddîn-i Rûmî’yi (Allah ondan razı olsun, onu, onun sırrını aziz ve mübarek etsin) yazmaya çalışacağım.
Celâleddîn-i Rûmî, 6 Rebîülevvel 604’te (30 Eylül 1207) Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya geldi. Mevlânâ’nın babası Bahâeddin Veled, Belh’e yerleşmiş bir ulemâ ailesine mensuptu ve “sultânü’l-ulemâ” unvanıyla tanınmıştı. Tarikat silsilesi Ahmed el-Gazzâlî’ye ulaşan Bahâeddin Veled’in Kübreviyye tarikatının kurucusu Necmeddîn-i Kübrâ’nın müridi olduğu belirtilmişti.
Eflâkî, Bahâeddin Veled’in Hicaz’dan dönerken Şam’a uğradığını, 614’te (1217) Malatya’ya, 616’da (1219) Sivas’a geldiğini, daha sonra Erzincan üzerinden Akşehir’e geçerek kendi adına yaptırılan medresede dört yıl ders okuttuğunu, oradan Lârende’ye (Karaman) gittiğini, burada da adına yaptırılan medresede en az yedi yıl müderrislik yaptığını, ardından Sultan Alâeddin Keykubad’ın daveti üzerine Konya’ya yerleştiğini belirtir.
Eflanki’ye göre, Celâleddîn-i Rûmî, Karaman’da 7 yıldan fazla süren eğitimini tamamlamış, burada Semerkantlı âlim Şerefeddin Lâlâ’nın kızı Gevher Hatun’la evlenmiş, 623’te (1226) Sultan Veled, bir yıl sonra da diğer oğlu Alâeddin de Karaman’da dünyaya gelmiştir.
Ferîdûn-i Sipehsâlâr Mevlânâ’nın Konya’ya geldiğinde on dört yaşında olduğunu belirtmiştir (Risâle-i Sipehsâlâr, s. 14-15). Buna göre Bahâeddin Veled’in 618 (1221) yılında Konya’ya geldiği anlaşılmaktadır.
Mevlânâ, ilk hanımı Gevher Hatun’un ölümünden sonra Konyalı İzzeddin Ali’nin kızı Kirâ (Kerrâ, Gerâ) Hatun’la evlendi. Dul olan ve Şemseddin Yahyâ adında bir de çocuğu bulunan bu hanımdan Emîr Muzafferüddin Âlim Çelebi ve Melike Hatun dünyaya geldi.
Bahâeddin Veled, Konya’da Altınapa (Altun-aba/Altunpâ) Medresesi’nde iki yıl müderrislik yaptıktan sonra 18 Rebîülâhir 628 (23 Şubat 1231) tarihinde vefat etti. Bu sırada yirmi dört yaşında olan Mevlânâ (Eflâkî) babasının yerine geçip müderrislik yapmaya başladı.
Mevlânâ, Seyyid Burhâneddin’in vefatından beş yıl sonra Konya’da Şems-i Tebrîzî ile karşılaştı. Dönemin pîrleri tarafından “Tebrizli Kâmil” olarak isimlendirilen ve birçok yer dolaştığı için “Şems-i Perende” (uçan Şems) diye anılan bu zat ilk önce Tebriz’de Şeyh Ebû Bekr-i Selebâf’ın hizmetinde bulunmuş, ardından birçok mutasavvıfla sohbet etmişti. Bir görüşe göre Rükneddîn-i Sücâsî’ye, bir başka görüşe göre ise Baba Kemal Cendî’ye de mürid olmuştu. Eflâkî, Şems’in Konya’ya 26 Cemâziyelâhir 642 (29 Kasım 1244) tarihinde geldiğini söyler ki bu, Sultan Veled’in verdiği bilgiyle hemen hemen aynıdır.
Eflâkî’ye göre ise Şems-i Tebrîzî Konya’ya geldiğinde Şekerciler Hanı’na yerleşmiş, Mevlânâ, ders verdiği dört medreseden biri olan Pamukçular Medresesi’nden talebeleriyle birlikte ayrılıp katır üzerinde giderken Şems ansızın önüne çıkmış ve katırın gemini tutarak, “Ey dünya ve mâna nakitlerinin sarrafı, Muhammed hazretleri mi büyüktü yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi?” diye sormuş, Mevlânâ, “Muhammed Mustafa bütün peygamberlerin ve velîlerin başıdır” diye cevap verince Şems, “Peki ama o, ‘Seni tesbih ederim Allah’ım, biz seni lâyıkıyla bilemedik’ dediği halde Bâyezîd, ‘Benim şanım ne yücedir. Ben sultanların sultanıyım’ diyor” demiş, bunun üzerine Mevlânâ, “Bâyezîd’in susuzluğu az olduğu için bir yudum su ile kandı; idrak bardağı hemen doluverdi. Halbuki Hz. Muhammed’in susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı. Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu” diye cevap vermiş, Şems bu cevabı duyunca kendinden geçmiş, bir müddet sonra birlikte yaya olarak medreseye gitmişlerdir.
Şems iki defa kaybolmuştur. Sultan Veled, Şems’in ikinci defa kaybolmasının ardından babasının aşkla şiirler söylemeye başladığını ve gece gündüz hiç ara vermeden semâ yaptığını belirtmektedir. Mevlânâ bir müddet sonra Şems’i bulmak umuduyla Şam’a gitmiş, ancak bulamadan geri dönmüş, birkaç yıl sonra tekrar gitmiş, aylarca aradığı halde yine bulamamıştır. Bedîüzzaman Fürûzanfer’e göre Mevlânâ bu dönemde tam dört defa Şam’a yolculuk yapmıştır. Eflâkî, onun üçüncü gidişi sırasında müridlerle ilgilenmesi için yerine Hüsâmeddin Çelebi’yi bıraktığını ve Şam’da yaklaşık bir yıl kaldığını, Selçuklu Sultanı başta olmak üzere ileri gelen âlim ve yöneticilerin Anadolu’ya dönmesi için mektup yazmaları üzerine geri geldiğini kaydeder. Eflâkî’nin aktardığı diğer rivayete göre Şems suikast sırasında öldürülüp cesedi bir kuyuya atılmıştır. Şems bir gece Sultan Veled’e rüyasında atıldığı kuyuyu bildirmiş, Sultan Veled müridleriyle onu kuyudan çıkarıp Mevlânâ’nın medresesine, medresenin mimarı Emîr Bedreddin’in yanına defnetmiştir. Eflâkî’nin kaydedip daha sonra Câmî’nin de zikrettiği diğer bir rivayete göre ise Şems’in kabri Bahâeddin Veled’in yanındadır. Devletşah, Şems’i Mevlânâ’nın oğlu Alâeddin’in öldürdüğüne dair halk arasında bir söylentinin yayıldığını, ancak bunun kesinlikle doğru olmadığını ifade eder.
Mevlânâ, Hüsâmeddin Çelebi’nin hilâfet makamına geçişinden Sultan Veled’e göre on, Sipehsâlâr’a göre dokuz yıl sonra rahatsızlanarak 5 Cemâziyelâhir 672 (17 Aralık 1273) tarihinde vefat etti.
Cenazesinde ağlayıp feryat edilmemesini vasiyet etmesi ve öldüğü günü kavuşma vakti olarak tanımlaması sebebiyle ölüm gününe “şeb-i arûs” (düğün gecesi) denmiş ve ölüm yıl dönümleri bu adla anılagelmiştir.
Evet, Celâleddîn-i Rûmî bu dünyadan gelip geçen, bizlere ışık olan, belki onun şehrinde yaşamanın onurunu hepimize bahşedilmiş bir aşk eridir, deryadır. Biz ümitsiz olmamayı ondan öğrendik. Bugünler vesilesi ile hepimiz toplumsal ve bireysel hatalarımızı görebilmeli, daha fazla birbirimizi sevmeliyiz.
Celâleddîn-i Rûmî akılcıydı, akıllıydı, zaten akıl insanın yol bulma kabiliyetidir, o yolu bulmak ve orada yürümek ama akla ve aklın ortaya koyduklarına tapmadan, bağlanmadan asıl Hakikat olana kul olabilmek. Bize öğrettiği buydu. Celâleddîn-i Rûmî’yi yıllar seni eskitemiyor, bir ulu mabet gibi duruyor öğretileri karşımızda, hayran hayran anlamaya çalışıyoruz. Ceset toprak olup gitse ne olur, öz hala dip diri karşımızda duruyor. Celâleddîn-i Rûmî’nin şehrinin insanları bizleri de onun pervaneler gibi çevresinde döndüğü hakikat ışığından Rabbim hiçbir zaman ayırmasın.
Saygıyla rahmetle anıyoruz Aziz Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî’yi…
Bugün, başka bir heyecan, başka bir güzellik, bugün bayramdır, düğündür.
Mevlâna bizi çağırıyor.