BİR KONUYU SIKÇA DİLE GETİRMEK, ONA DAVETİYE MİDİR? AFET ZARARLARINI AZALTMA EĞİTİMLERİ YETERLİ MİDİR?- Adem ESEN- Yeni Meram Gazetesi
Tarihin büyük afetlerinden birinin yaşandığı bir gerçektir. Ülkemizde her sekiz on yılda yıkıcı bir deprem, orman yangını, sel gibi afetlerle karşılaşıldığı da bir gerçektir. Ancak bu afetlerin zararlarını azaltmak için yeterli çalışma yapılıyor mu? Bu kapsamda artık her ilde bir üniversite ve buralarda afetlerin başta teknik boyutları olmak üzere araştırma yapan merkezler var. Ancak halkın afetler hakkında yeterli eğitime sahip olduğunu söylemek biraz zor.
Japonlar yediden yetmişe herkesi, tam donanımlı eğitim merkezlerinde kursa tabi tutuyor. Özel eğitim merkezlerine sahip deprem simülasyon merkezleri, tsunami videoları, yangın odaları vs çeşit çeşit kurslarda herkese, eğitim veriliyor. (https://www.adrc.asia/)
İçişleri Bakanlığı-Japon İşbirliği Ajansı programı kapsamında afet zararlarını azaltma eğitimi için bir grup belediye başkanı ve özel idare genel sekreteri, kaymakamlarla birlikte Kobe ve Tokyo’da bir haftalık bir kursa katılmıştık. Bu kurs ülkemizden başka kuruluşlar ve kişilere de verilmiş. Bu kursa şimdi depremde önemli derecede etkilenen Osmaniye, Adıyaman, Bingöl belediye başkanları da vardı. Bizde maalesef bu tür merkezler kurulamadı. Oysa her şehrimizde üniversite var, bu konularla ilgilenen akademisyenler, merkezi idarenin taşra teşkilatı ve belediyelerin itfaiyeleri var. Ama afet zararlarını dikkate alan çalışmalar yok denecek düzeyde… Böyle bir afet eğitim merkezine kuraklık afeti, orman yangınları, obrukların oluşması gibi konuları da eklemek gerekir.
Selçuklu Belediyesi genel eğitim için Kızılay’ın hazırladığı Afetlerle Yaşam adlı kitabı o gün tüm ilköğretim okullarına, öğretmen kitabı ile dağıttı, yurtiçinden ve yurtdışından uzmanların hazırladığı CD’ler, broşürler, kitaplar dağıttı, konferans düzenledi vs. Ama bir şarkıcıya gösterilen rağbet kadar bile olmadı… Bunun arkasındaki nedenleri sıralamak mümkün… Herkesin önceliği kendisine ait… Ancak “deve kuşu gerçekten kafasını kuma sokar mı?” sözü bir yana, toplumda sorunları çözme refleksini zayıflatan bir kısmı hurafe, bir kısmı bahaneler var. Bunlardan birisi “bir şeyi çok konuşmak onu davet etmek demektir” sözüdür. Buna benzer başka bir söz “birine kırk gün deli desen, deli olur”.
Gerçekten, bir şeyi çok söylemek onu davet eder mi? Yani deprem/afet eğitimi yapılırsa, bu afetlere çağrı mıdır? Türkiye deprem bölgesidir, depremleri ve diğer tabii afetleri önlemek mümkün değildir; ancak zararlarını azaltmak için tedbir almak gerekir. Mesela Konya ve civarı deprem bölgesi değil diye, peşin hüküm veriliyor ve güya insanlar rahatlatılıyor. Oysa Konya’da da aktif faylar var, pasifler var. Dinar depreminin pasif fayda olduğu unutuluyor. 1950’li yılların ortalarında Loras dağı güney eteklerinde rahmetli dedemizin ağılı yıkılınca yüzlerce koyun telef olmuş, herhalde ölen insan olmayınca insanların hafızalarında ciddi yer edinmiyor. Üstelik günümüzde yüksek binalar, sanayi siteleri riski ciddi olarak artırıyor. Bunun için her bölgede ve her kesimde afet zararlarını azaltma eğitimini başlatmak gerekir.
Afet eğitimi eksikliğini kader anlayışına yıkmak da pek isabetli değildir. Nitekim 1992 Erzincan depreminden sonra, o dönemde İlahiyat Meslek Yüksek okulunda okuyan ve aynı zamanda o şehirde din görevlisi olan öğrencilerle beraber yaptığımız alan araştırmasında, insanlar afetleri kader veya ilahi imtihan, külli iradeye bağlı tabii olay olarak görürken, Japonya gibi ülkelerdeki zararların azlığını karşılaştırdıklarında insanların duyarsızlıkları, ahlaki problemler ve kamu idaresinde düzenleme yetersizliği olarak değerlendirildiğini tespit etmiştik.
Dolayısıyla kader inancını yorumlarken gayet hassas olmak gerekir. Zira kader gibi üzerinde çok tartışılan bir konuyu afet kayıplarının artmasıyla ilişkilendirmek, toplumumuz açısından tutarlı görmek ne kadar doğru olabilir? Çünkü halktaki yaygın kültür tamamen İslami terbiyeye bağlanamaz. Mimar Sinan gibi büyük eserleri vermiş ve tekniği her türlü olumsuz şartlarla bir araya getirmiş bir değere karşılık, şimdi şehirlerimizi ayakta tutmakta, dirençli şehirler kurmakta zorlanıyor isek burada ciddi bir çelişki var demektir. Ayrıca okullarımızdaki eğitim halkın değerlerini veya halkın değerleri eğitimin ne kadarını karşılayabiliyor? Yani genel eğitim sistemi çağdaş Batılı değerler üzerinedir. O zaman kaderci anlayış varsa, bundan sorumlu değil midir?
Bakara suresi 195’nci ayetinde “kendinizi elinizle tehlikeye atmayın” buyruluyor. Yine hadiste peygamberimiz “uğursuz saymak (teşe’üm) yoktur” buyurarak işleri sağlam yapmayı ve olayları hayra yormayı tavsiye ediyor. Mecelle şârihi Ali Haydar, Tertibüs-sunûf fi ahkamil-vukûf’ta bu konuyla ilişkilendirebileceğimiz iki önemli genel kural sayar: (Zulmün def’i vacip ve takriri haramdır.) Yani afet zararlarını azaltıcı tüm çağdaş tedbirleri almamak zulümdür, zulümden kaçınmak vaciptir yani farzdır. Zulmün sürekli hale gelmesi Müslüman bir topluluk için haramdır. Dolayısıyla herkesin kendi gücü ve yetkisi nispetinde sorumluluğu ortaya çıkıyor. Burada başka hatırlatılabilecek bir kural, (Hata hukûk-u ibâdın sükûtu için özür olamaz.) İnsanların hakları konusunda hiçbir hata özür teşkil edemez. Bu ve benzeri kurallar günümüz dilinde risk yönetimi ve proaktif politikalar demektir.
Böylece afet zararlarını bu kadar artıran faktörleri bir an önce kaldırılması için çalışmak başta yöneticiler olmak üzere herkesin görevi olmalıdır. 1939 yılında büyük Erzincan depremi, daha sonraki yıllarda çarpık şehirleşme, gecekondulaşma, devlet ve vakıf arazilerinin yağmalanması, devasa kaçak yapılar vs. farklı merkezi ve yerel siyasi iktidarlar dönemlerinde yaşanmıştır. Gecekondular zamanla çok katlı kaçak binalara dönüşmüştür. Bir anlamıyla iktisadi refah artışı yapı sektöründe bu şekilde yansıyabilmiştir. Bunun için sırf şikayet etmek, hatta bunu siyasi bir tartışma konusu haline getirmek yerine ciddi çözümler getirmek gerekir.
Japonya’da depremlerde zararları artıran önemli bir faktör, yangınlardır. Son afette ülkemizdeki deprem bölgesinde doğalgaz ve elektrikten kaynaklanan yangınlar görülmemesi bu altyapı tesislerinin iyi yapıldığını gösteriyor. Demek ki, ülkemizde yapılan her şey kötü değildir, ama gerçekten unutulan veya eksiklikler ciddi zararlar veriyor. Bunun için afet zararlarını azaltmanın en acil tedbirlerinden birisi genel afet eğitimidir. Bu eğitimi site ve apartman yönetimleri aracılığı ile sürekli yapmak gerekir. Japonya’daki afet zararlarını azaltma için kurulan eğitim merkezleri örnek alınarak her ilçe ve beldede bu tür merkezlerin kurulması sağlanmalıdır. Kimse korkmasın, bu merkezler uğursuzluk getirmez; hayır getirir.