ASGARİ ÜCRET TARTIŞMALARI- Adem ESEN- Yeni Meram Gazetesi
Her seçim öncesindeki gibi her yıl başından önce asgari ücret tartışmalarını hararetli şekilde yaşarız. Asgari ücret sürekli tartışılan bir konudur. Çünkü asgari ücret işçinin kendisi ve ailesinin geçim kaynağı, işveren için maliyet unsurudur. Devletin gelir kaynaklarından olan gelir vergisi içindedir asgari ücret... Toplumun önemli bir kesimi ücretli olduğundan ücretlerdeki bir artış tüketim harcamalarını artırır, bu sebeple piyasanın hareketliliğini yakından ilgilendirir.
1 Kasım 2015 seçimleri öncesinde İstanbul’da 1037 kişi ile ücretler ve diğer bazı çalışma ilişkileri hakkında anket yapmıştık. İstanbul, Türkiye’deki toplam çalışanın % 30 kadarını barındırdığı için, bu çalışmanın Türkiye için de anlamlı olduğu söylenebilir. Çalışmada bu konuda kısa sürede büyük beklentilerin oluşabileceği sonucu çıkmıştı. Yani, halkın çoğunluğu ücretli ve dar gelirli olduğundan asgari ücret artış beklentisi enflasyonun yüksek olduğu ve ihtiyaçların sürekli arttığı durumlarda daha da yükselmektedir.
Asgari ücret esasen iktisadi bir konu olarak aile yaşamını yakından ilgilendirir. Bunun için bu konuda sıkça empati yaparız. Ben de geriye dönüp baktığımda şunları hatırlarım: Rahmetli babam, Konya Belediyesi İtfaiyesinde çalışırdı. 1980 öncesi ve sonrası Konya belediyesi işçilerine asgari ücret seviyesinde ücret veriyordu. O zaman sendikalaşma, kamu kesiminde bile sınırlı olduğundan bizim ailemizde bundan çok etkilenmekteydi. Hatta bazı aylarda babamın para alamadığını bile duymuştum. Böylece çocukluğumda asgari ücretle tanıştım. Sonra da memur olunca, maaşım ilk sıralar asgari ücret düzeyindeydi. Bir süre ailece bu ücretle yaşadık. Üniversitede doktora tezimi ücret konusunda, üstelik “İslam’da Ücret” adıyla tamamladım (Bu tezi, Türkiye Diyanet Vakfı neşretti). Bu nedenle ücret ve maaşlar konusunu ele alırken, bir yandan yaşadıklarımız diğer yandan da asgari ücretin iktisadi ve hukuki çerçevesi arasında sıkışıp kalmaktayız. Selçuklu’daki belediye başkanlığı sırasında yönetimimizin en fazla önem verdiği husus, çalışanların ücretlerinin ve diğer haklarının zamanında ve hakkıyla verilmesi olmuştur. On yıllık başkanlık süresince sadece bir ay –iller Bankasından gelen çok az bir para olduğundan- kıst maaş (yarı) verebildik. Kısa süre sonra kalanı ödedik. Taşeron işçileri ücretleri asgari ücretin yüzde fazlası olmuştur. Sendikalı kadrolu işçiler ise daha fazla ücret almıştır. Ama, ücretlerine haciz konulanların daha çok, kadrolu ve taşeron işçilerine göre daha yüksek ücret alan işçiler olduğunu hatırlıyorum.
Asgari ücret hükümetin toplumla yaptığı en geniş toplu sözleşmedir, denilebilir. Zira asgari Ücret Komisyonunun aldığı karar, Türkiye’de yaklaşık 7-10 milyon çalışanı/ailesini ve bunları çalıştıran işverenleri doğrudan ilgilendirmektedir. Ülkemizde toplam çalışanların % 67’si ücretli olarak çalışmaktadır. 2017 yılında ücretli çalışanların %21,6 gibi önemli bir oranının asgari ücretlidir. Ayrıca 2017 yılında ücretli çalışanların %12,4’ünün (2 milyon 87 bin kişi) asgari ücret seviyesinden az, %66’sının (11 milyon 173 bin kişi) ise asgari ücret düzeyinden fazla bir ücret geliri elde ettiğine dair rakamlar vardır.
Bazı yasa ve yönetmeliklerde, ücret dışındaki ödemeler veya cezalar da asgari ücrete bağlanmıştır. Mesela, kamu kesimi tarafından üretilen bazı mal ve hizmetlerin tarifeleri asgari ücrete bağlanmıştır. SUEN’nin yaptığı araştırmaya göre insani hak olan suyun hem her bireyin faydalanmasının sağlanması, hem israfın önlenmesi ve ekonomik sürdürülebilirliğinde sağlanması için tarife uygulamasında kademeli yapılması ve en alt kademenin hane halkı gelirinin %2 sinin altında olmasının sağlanması uygun çözümdür. Bu durumda, en düşük gelir grubu için Aylık Su Bedeli < Asgari ücret x % 2 x 1.3 = Asgari ücret x % 2.5-% 3 olmalıdır. Yine çoğu kurum, işçilik maliyetlerini hesaplarken asgari ücreti esas almaktadır.
Kanaatimizce asgari ücreti çok yakından ilgilendiren hususlar iktisadi gelişmeler, krizler, işsizlik ve kayıt dışı istihdamdır. Suriyelilerin önemli bir kesimi kayıt dışı çalışmaktadır. Böyle bir durumda asgari ücreti ne kadar artırmak mümkün olabilir?
Konu hakkında yeni yapılmış bir yüksek lisans tezinden alıntılar verelim: “Günümüzde neoliberal ekonomi politikaları ile mal ve sermaye önündeki engellerin kaldırılması mahiyetindeki küreselleşme olgusunun çizdiği istikamette giden devletlerin birincil hedefleri: sermayenin karlılığını arttırıcı önlemler almak, önündeki engelleri kaldırmak ve ülkeyi dış sermaye için cazip hale getirmektir.
Küreselleşme sürecine ayak uydurarak serbest dış ticarette rekabet etme gayesi içinde olan ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler ihracatını arttırmak için emek yoğun mallar üzerindeki maliyet baskısını azaltmaya çalışmaktadır. İşgücü piyasasında vasıflı-vasıfsız işgücü ayrımının oluşmasını beraberinde getiren süreçte, eğitim seviyesi düşük, vasıfsız işgücü düşük ücret, yarı zamanlı çalışma, kayıt dışı istihdam, sigortasız çalışma ile karşı karşıya kalmaktadır. Böylece iş bulup çalışmasına rağmen yoksulluk riski ile karşılaşan çalışan yoksulluğu bir yoksulluk türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışan yoksulluğu ile düzenli bir işi olmasına karşın ücreti düşük olan ya da hane halkının giderlerinden dolayı yoksulluk içinde bulunan bireyler ve hane halkı üyeleri anlaşılmaktadır.
Ekonomik büyümelerin yoksulluğu azaltılmasında önemli etkisi vardır. Ülke ekonomileri yıllar itibariyle analiz edildiğinde, yoksulluk oranlarında düşmelerin ekonomilerde süren büyüme dönemlerine denk gelmesi tesadüf değildir. Ancak ekonomik büyümenin yoksullukla mücadelede tek başına yeterli değildir. Çünkü ekonomilerde büyüme oranları kadar büyüme neticesinde elde edilen fayda ve kazançların toplumda adil bölüşülmesi hususu yoksullukla mücadelede önem arz etmektedir. Gelir ve servetlerin adil dağılmamasından beslenen yoksulluk sorunu ile mücadelede vergi politikası araçlarının uygulanabilirlik ve etkinlik açısından önemli bir yeri bulunmaktadır. Kamu harcamalarının finansmanını sağlayan vergilerin dünyada ekonomik konjonktür değişimlerine paralel olarak farklı misyonlar yüklendikleri görülmektedir.
Vergi yükünün toplumda hangi sosyoekonomik gruplar üzerinde kaldığını gösteren vergi yapısının çalışanların yoksullaşması ve yoksulluğun derinleşmesinde önemli etkisi bulunmaktadır. Bu sebeple öncelikle makro düzeyde başlıca vergi türlerinin ülkemiz vergi yapısındaki yeri ve ağırlığı bütçe vergi gelirleri tahsilatı verileri üzerinden analiz edilmiştir.
Neoliberal dönemde vergilemede etkin liğin vergide adaletin önüne geçtiği hususu, gerek resmi verilerde gerekse OECD verilerinde vergi yapısında meydana gelen değişikliklerde gözlemlenmektedir.
2017 yılı eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirine göre en düşük gelirli %20’lik kesimin %39,9’unun
ücretli, toplamda ise %48,9’unun ücretli olduğu, en düşük gelirli %20’lik dilimin gelirin sadece %6,3’ünü alabildiği, büyümenin hızlandığı ve istikrar kazandığı 2007-2017 yılları arasında en düşük gelirli %20’lik dilimin daha fazlasının ücretli kesimden meydana geldiği tespit edilmektedir.
2018 yılı asgari ücreti verileri üzerinden asgari geçim indirimi dikkate alınarak tarafımızca yapılan hesaplamalarda asgari ücret üzerindeki vergi yükü brüt ücret üzerinden%21,2 iken net ücret üzerinden ise %26,8’i bulmaktadır.
Ülkemizde, ücretli kesim özellikle de asgari ücretliler üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesiyle yoksullukla mücadelede öncelikle önerilen vergi politikası uygulamaları şu şekilde sıralanabilir:
- Asgari ücret bir işçinin temel gereksinimlerini sağlayarak insan onuruna yakışır bir yaşam idame ettirebilmesi amacıyla uygulanan bir sosyal politikadır.
- Asgari ücretliler ve çalışan yoksulluğunu oluşturan bireylerin gelirleri üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi yoksullukla mücadele açısından önem taşımaktadır.
- Yüksek gelir gruplarından çok, düşük gelir gruplarından az toplanan vergilerin sosyal transfer harcamaları ile düşük gelir gruplarına aktarılması gerekmektedir. Hedeflenen hususlar vergi politikasında sübjektif nitelikli Gelir Vergisi gibi dolaysız vergilerin etkinliğinin arttırılması, ücretliler üzerindeki muafiyet, istisna ve indirim uygulamalarının kapsamlarının genişletilmesi ve artan oranlı vergi tarifesinin aktif olarak kullanılması ile mümkün olabilecektir.
- Gelir Vergisi’nde ayırma ilkesi Gelir Vergisi tarifesinde farklılaşma yoluna gidilerek ücretlilere ayrıcalık tanımaktadır. Ancak Gelir Vergisi tarifesinde son iki dilimde uygulanan bu tarife amacına ulaşmaktan uzaktır. Şöyle ki ayırma ilkesinin 2018 yılı için yıllık geliri 34.000 TL altında olan düşük gelirli ücretliler için bir etkisi bulunmamaktadır. Hâlbuki ücretli kesimin yıllık gelir ortalaması ve belirlenen asgari ücret yoksulluk sınırı ve açlık sınırı dikkate alındığında ayırma ilkesinin işlevsellik kazanması için bu uygulamanın alt tarifelerden itibaren tatbik edilmesi şarttır.
- Ücret gelirlerine artan oran uygulanmakta iken menkul sermaye iratlarında
tevkifatın tek oran olarak uygulanması vergi adaletsizliğinin bir başka boyutudur.
Menkul sermaye iratlarına da artan oranlı tarife uygulanması, sermayenin üst gelir gruplarından yoğunlaşmasını önleyerek gelir dağılımında adaletin sağlanmasında etkili olacaktır.
Tersine artan oranlı özelliği ile gelir dağılımı adaletini bozan ve düşük gelirli nihai tüketiciler üzerindeki vergi yükünü katlayan dolaylı vergilerin ağırlığının azaltılarak, vergi yapısının dolaysız vergilere doğru yeniden yapılanması ve düzenlenmesi gerekmektedir. Düşük gelirlilerin harcamalarında yer eden zorunlu tüketim harcamalarındaki Katma Değer Vergisi gibi tüketim vergilerine istisnalar getirilmesi gerekmektedir.
- Önerilerin etkili olabilmesi vergi mevzuatındaki karışıklıkların giderilmesi ve kapsamlı bir vergi reformu ile mümkün olabilecektir.” (Çağdaş Meytioğulları. Türkiye'de yoksullukla mücadelede asgari ücretin vergilendirilmesi. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp)