Mevcut tablo seçimin başa baş olmadığını gösterdi ve Donald Trump resmi olmayan sonuçlara göre hem delege sayısı hem de halk oylamasında önemli bir farkla ipi göğüsleyen taraf oldu.
Cincinnati Üniversitesinden Bekir İlhan, ABD seçim sürecini ve kesin olmayan verilere göre ilk sonuçları AA Analiz için kaleme aldı.
***
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) oy verme işlemi 5 Kasım itibarıyla tamamlandı. Birçok aday olsa da hakim iki partili sistemde esas olarak Cumhuriyetçi aday Donald Trump ve Demokrat aday Kamala Harris'in yarıştığı seçim, son dönemlerin en başa baş giden seçimi olarak değerlendiriliyordu. Birçok anket firması ise birbiriyle çelişen sonuçlar açıklıyordu. Yine adaylar da kendi lehlerine olan anket sonuçlarını ön plana çıkarıp seçmenlerinin motivasyonlarını koruyordu. Ancak mevcut tablo seçimin aslında pek de başa baş olmadığını gösterdi. Donald Trump resmi olmayan sonuçlara göre hem delege sayısı hem de halk oylamasında önemli bir farkla ipi göğüsleyen taraf oldu.
Belirleyici eyaletler
Amerikan seçim sisteminde adaylar doğrudan halk oyuyla seçilmiyor. Her eyaletin nüfusu ölçüsünde delege sayısı mevcut. Toplamda 538 delege var ve seçimlerde en az 270 delege alan kişi yarışı kazanıyor. Birçok eyalette hangi adayın kazanacağı aşağı yukarı oturmuş vaziyette. Örneğin California'da Demokratlar, Teksas'ta ise Cumhuriyetçilerin kazanmasına kesin gözle bakılır. Birçok eyalette durum bu şekilde olduğundan geriye seçim sonuçlarını değiştirebilecek ve kararı oturmamış salıncak eyaletler kalıyor. 2024 Başkanlık seçimleri için 7 tane salıncak eyalet söz konusuydu. Bu eyaletler, Nevada, Arizona, Kuzey Carolina, Georgia, Wisconsin, Michigan ve Pensilvanya’ydı.
Bunların arasında matematiksel hesapları en çok etkileyecek olan ve “savaş alanı” olarak görülen eyalet ise 19 delegeye sahip Pensilvanya’ydı. Harris'in Pensilvanya’yı kazanması durumunda başkan olması yüksek bir ihtimal olarak görülüyordu. Diğer taraftan, matematiksel olarak birçok alternatif senaryo üretilebilse de Trump'ın ise kazanmak için Pensilvanya’yı Harris'e kaptırmamanın yanı sıra Georgia'yı veya en az 2 salıncak eyaleti alması gerekiyordu. Trump, özellikle “Mavi Duvar” eyaletlerinden olan ve sandıkların çoğunun açıldığı Michigan, Wisconsin ve Pensilvanya eyaletlerinde yarışı önde götürüyor.
Belirleyici seçmen grupları
İki aday için en zorlu demografik gruplara bakıldığında Harris’in siyahi erkek seçmenler Trump'ın ise beyaz kadın seçmenlerden istedikleri oyu alıp alamayacağı tartışılıyordu. Özellikle kürtaj meselesi beyaz kadın seçmenler için önemliydi. Trump ise bu seçmen grubunu kaybetmemek için bu konuda keskin bir söylemde bulunmadı.
Diğer taraftan siyahi erkek seçmenlerin ise Harris’in zaman zaman Hintli kökenini zaman zaman da siyahi kimliğini ön plana çıkardığı görülürken kadın olması dolayısıyla kendisine pek sıcak bakılmadığı belirtiliyordu. Yine Harris’in bu seçmen grubu nezdinde Trump karşısında yeterince güçlü bir figür olarak görülmemesi de cabasıydı.
Seçmen gruplarıyla temas anlamında, Harris’in ön seçimlere girmeden, Biden’ın “sürpriz” çekilme kararı sonrası aday olması belki de en büyük dezavantajıydı. Çünkü ön seçimlere girmiş olsaydı belki de hangi seçmen gruplarında ne derece bir cazibesi olduğunu öğrenebilecekti. Ancak diğer taraftan ön seçimlere girmiş olsaydı Demokratların adayı olamayacağı gibi bir ihtimal de mevcuttu. Ön seçimsiz süreç Harris’e adaylığın kapılarını açsa da zaferi getirmedi. Harris seçmenin gözünde paraşüt bir aday olarak kaldı.
Ana strateji: Seçmen mobilizasyonu
Amerika'da son seçimlerde olduğu gibi bu seçimin de en önemli unsuru adayların seçmen mobilizasyonunu sağlayıp sağlayamadığıydı. Buna göre yeterince kutuplaşmış bir toplumda artık karşı taraftan oy almak zor olduğu için, kendi seçmeninde heyecan ve dinamizm yaratıp sandığa götürmek ana strateji olarak ortaya çıkıyor. Hele ki ABD gibi seçime katılım oranlarının istenilen seviyede olmadığı bir ülkede sandığa gitmek oldukça önemli bir konu haline geliyor.
Birçok eyalette oy kullanma erken bir tarihte başladı. Yine seçimler hafta sonu sabit ve tek bir günde yapılmak yerine kasım ayının ilk salı günü gibi hafta içine denk gelen bir günde yapıldı. Amerikan coğrafyası düşünüldüğünde sandıklar yer yer araçla gidilebilecek uzaklıkta olabiliyor. Bu durumda da azımsanmayacak sayıda kişi sandığa gitmeyi uğraşmaya değmeyecek bir maliyet olarak görebiliyor. Bu tarz günlük hayatı etkileyen faktörler de oy kullanmayı Amerikalılar için bir mesele haline getiriyor. Bu nedenle adayların seçmenleri sandığa taşımak için oldukça fazla efor sarf etmesi gerekiyor.
Kampanya söylem ve stratejileri
Adayların kampanya söylem ve stratejilerine bakıldığında yine farklı vurgular ön plana çıkıyordu. Harris cephesi "Trump tehdidi" söylemini ön plana çıkardı. Bu anlamda Trump'ın Amerikan demokrasisine zarar vereceği, hatta diktatörlük kuracağı söylemi dolaşıma sokuldu. Yine Harris, Trump'a "faşist” ve "Hitler" gibi ithamlarda bulundu. 2022'de yapılan ara seçimlerde “demokrasi tehdit altında” vurgusu Demokratlar adına işe yaramıştı. Mevcut duruma bakıldığında ise Harris’in bu söylemi seçmen nezdinde pek de yankı bulmamışa benziyor.
Trump ise bu seçimlerde artık kendisiyle özdeşleşen ve ona belki de 2016'da zaferi getiren “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapalım (Make America Great Again)” sloganını kullandı. Bu noktada sınır güvenliği, göçmenler ve ekonomi gibi konular kampanyasının merkezindeydi. Trump, Harris’in mevcut durumda başkan yardımcısı olması hasebiyle bu meseleleri yeterince ele almadığını dile getirdi ve Biden yönetimini beceriksizlikle suçladı.
Diğer taraftan kimlik meseleleri bu seçimde aslında çok fazla ön plana çıkmadı. Her iki aday da bu meseleleri kaşımaktan biraz çekindi, çünkü artık bu konular kullananın elinde adeta bir bomba misali patlayabilme potansiyeli taşıyor. Yani kimliklerin bu kadar tartışıldığı bir toplumda bu meseleleri gündeme getirmek geri tepme riski taşıyor. Bu anlamda Kamala Harris siyahi kimliğini ve geçmişini yer yer ön plana çıkartırken Trump ise yine "beyaz kimlik siyaseti" söylemlerini zaman zaman kullandı. Ancak her iki aday da bu konuların üstüne açıktan ve yoğun şekilde gitmedi.
Sonuç olarak, Cumhuriyetçilerin kontrolündeki bir Senato da düşünüldüğünde, Trump’ı -hem delege sayısı hem de halk oyu bazında yüksek bir farkla başkan olması durumunda- daha az iç baskı ve kısıtlamaya maruz kalacağı en az 2 yıllık bir dönem bekliyor. Diğer taraftan Demokratları ise neden Trump’la yarışabilecek bir aday çıkaramadıkları ve neyi yanlış yaptıkları üzerine tartışmalar bekliyor.