DİĞER KATEGORİLER

28 ŞUBAT’IN 27’NCİ YILI

28 ŞUBAT’IN 27’NCİ YILI- Adem ESEN- Yeni Meram Gazetesi

İSLAM OYUNLARI 6

28 Şubat 1997 günü yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Erbakan hükümetine “muhtıra gibi tavsiye” (!) kararları zorlamasıyla başlayan süreç 28 Şubat olarak bilinmektedir. Bu dönemde özellikle başörtüsünden 87 bin öğrenci üniversiteden atılmış, 15 bin yakın öğretmen de ihraç edilmiş yani 102 bine yakın kişi eğitim ve öğretim haklarından mahrum bırakılmıştır. Altı milyon kişi fişlenmiştir. Ama nasıl fişleme? Fişlemeye bakıldığında bunun dahi düzensiz, sağlam verilere dayanmayan, dedikodu, boş sözler…
Bu süreçte hem üniversite hem de belediyede maruz kaldığımız haksızlıklar bir bir gözümüzün önüne geliyor. Sivas’ta üniversitede öğrencilere yapılan baskılar, öğretim üyeleri arasındaki ayrımcılık, fişleme olağan yaşadıklarımızdı. Aslında önceden de ayrımcılık vardı, ama bu dönemde artık resmileşmişti. Başörtüsü hedef alınmıştı ama derinlik burada kalmıyordu. İkna odalarıyla açıktan baskılar yapılıyordu. Ama hakları çiğnenenler hiçbir taşkınlık yapmadılar, sınıflarını tahrip etmediler, hatta kendilerine haksızlık eden hocalarına küfür bile etmediler. Hakeza 15 Temmuz sonrasında da gece nöbetleri oldu hiçbir hırsızlık, sarkıntılık duymadık… El ele, beyaz yürüyüş eylemlerinde hiçbir aşırılık yapılmadı. Oysa başka olayları hatırlayalım; kırılmadık yıkılmadık yer bırakılmadı.
Liselerde katsayı adaletsizliği ile sadece imam-hatiplerin değil meslek liselerinin de önü kesildi. Bugün eğer sanayilere çırak bulunamıyorsa bunun temel sebeplerinden birisi 28 Şubat kararlarıdır. Zira denge bir daha yerine gelemedi. Pek çok gence yapılan haksızlık onların hayallerini yıktı. Güvensizliği artırdı. Ümidini kaybedenin gözü dışarıda oluyor.
İktisadi alanda da millete ciddi yük binmiştir: 21 bankanın içi boşaltılmış, 300 milyar dolara yakın bir kayıp olmuştur. Anadolu sermayesi yeşil sermaye adı altında ciddi baskılarla karşılaşılmıştır. Orta Anadolu illeri özellikle Konya bu süreçte daha çok zarar görüştür. Birçok vakıf ve dernek kapatılmış hatta malları müsadere edilmiştir. Ortaya çıkan manzara siyasi, iktisadi ve sosyal istikrarı bozmuştur. Bazı öğrenciler başörtüleri çıkarmışlar. Aslında böyle dönemlerde karar verme zorlaşıyor.
Bu dönem için Sincan’da yürütülen tanklar hep akla gelmektedir. Bir de buram buram terleyen Başbakan... Devletin Başbakanına açıkça hakaret eden komutan! Şimdi de aynı Başbakan hakkında güzellemeler.
Baskılar sadece öğrenciler veya memurlar üzerinde kalmamış, tüm aile baskı altına alınmıştır; başı örtülü diye bazı hastanelerde hasta muayeneleri, tedavileri yapılmamıştır. Başörtülü anne çocuğunun mezuniyet törenine alınmamış, evlenme töreni resmi kurumların sosyal tesislerinde ise buralara giremediğinden bahçe duvarlarının arkasından seyretmiştir. Hatta neredeyse şehit törenlerine bile sirayet etti uygulamalar…
Kanaatimizce bu süreçte sadece askeri ve adil bürokrasi üzerinde durmak yeterli olmaz, bu tür eylemlerde sermaye grubu ve ithalat lobisinin yerlerini de iyi tespit etmek gerekir. Mesela Beşli Çete diye adlandırılan iş çevreleri. Hiçbir konuda bir araya gelemeyen işçi ve işveren çevreleri bir anda, bir düdükle toplanıverdiler. Ama aynı ekip, hazinenin ve ekonominin büyük kayıplarına hiçbir ses çıkarmadılar.
Darbelerde temel insan haklarını çiğnendiği gibi nefretleri de körüklemek için bölücü, düşmanlaştırıcı bir dil tercih edilmektedir nitekim 28 Şubatçıları da irticayı öne sürdüler. Aslında dinsizliği ve Allah’a düşmanlığı yıllarca politika olarak benimseyip milyonlarca Hristiyan, Müslüman öldüren ve dini her türlü kuruma düşman olan komünist sistem yıkılmıştı, Rusya bile dinle barışmıştı. Buna karşılık 28 Şubatçılar köhne fikirleriyle komünistlerin din anlayışlarından bile geri kalıp Cumhuriyet değerlerini açıkça istismar ettiler.
Darbeler çoğu kez dünyada dış baskılar, yani büyük güçler (ABD, İngiliz, Fransız, Rus, Çin) kaynaklıdır. Belki büyük sermaye güçleri ve büyük şirketler hatta vakıfların etkilerini de görmek gerekir. Bu yönüyle 28 Şubatın dış bağlantısı güçlü olduğu görülmektedir.
28 Şubat anayasaya karşı suçtur, zira temel insan hakları çiğnenmiştir. Her yönüyle hukuk ihlalidir. Mesela bombalı terör suçu için sadece disiplin cezası olarak kınama verilirken, başörtülü öğrenciler sınavlara alınmamış, ya da sınav kağıdı bile verilmemiş, başörtü yasağına dair herhangi bir yasak olmadığı halde mahkemelerden çeşitli baskılarla maalesef adaletsiz kararlar çıkmıştır. 28 Şubat aynı zamanda hükümet karşıtı eylem olarak milletin egemenliğine el uzatılmıştır.
Bazı siyasi partiler de mal bulmuş mağribi gibi bu hukuksuzluklara göz yummuşlar, hatta bunlara çanak tutmuşlardır. Ama halk bu tür siyasetçilere bir daha hiçbir yetki vermeyerek cezalarını kesmiştir. Demek ki darbelerden, muhtıralardan medet uman, iktidar olmayı bunlara bağlayanlar demokrasilerde umduklarını bulamıyor. Bu darbenin mimarları da millet vicdanında ceza gördükleri gibi adaletten kaçamamışlar, yargı önüne çıkarak gerekli cezaları almışlardır.
Son yıllarda darbe ve muhtıralara karşı demokratik mekanizmaları güçlendirilmiştir. Devlet Güvenlik Mahkemeleri kapatılmış, Milli Güvenlik Kurulu yeniden düzenlenmiş, askerin valiye haber vermeden yetki kullanması, askerin rejimi koruma görev gibi millet egemenliği üzerindeki “vesayet” uygulamaları kaldırılmıştır. (Merkezi hükümetin yerel yönetimler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri üzerinde kullandığı idari vesayet yani denetim yetkisi vardır. Bu iki vesayeti bir birbirine karıştırmamak gerekir)
28 Şubat’ta silahşorlar görüldü, bunlar yeteneksiz, liyakatsiz tiplerdir. Aşağılık duygusuyla yüklü kompleksli piyonlar eliyle 28 Şubat’ta keyfi, kanunsuz uygulamalar hakim olmuştur. Mesela irtica ile mücadele etmeyi kendisine görev edinmiş ama, kendilerini en dindar görenlerin sayısı bayağı artmıştır. Bu süreçte kurumlar da maalesef ciddi olarak yıpranmıştır.
28 Şubat milletin değerleriyle mücadele demektir. Devletin varlık sebebi millettir. Eğer demokrasiye balans ayarı verilecekse, bunu millet yapar. Bunun yolu da seçimdir.